Salı günü KCK kapsamında gerçekleştirilen operasyonda 58 kişi gözaltına alındı. Bunların 40’tan fazlası gazeteci ve bu kırk kişinin de büyük çoğunluğu, DİHA’nın, Özgür Gündem’in çeşitli illerde görev yapan muhabirleri!
Gözaltındaki gazeteciler içinde 1 Birgün, 1 Vatan, 1 de AFP muhabiri var.
Şunu hemen söyleyelim:
Gazetecilerin topluca gözaltına alınması göstermektedir ki artık hükümetin basın üstündeki baskısı sınır tanımaz bir karakter kazanmıştır. Çünkü gelinen yer, yazı işleri müdürünün, şu ya da bu konuda yasayı ihlal eden kişinin, resmi sıfatından dolayı sorumluluk taşıyan kişinin değil, doğrudan muhabirin, onsuz haberin olmayacağı gazetecinin susturulmasıdır.
Bu artık gazeteciliğin, bittiği değil, bitirildiği noktadır.
Çünkü bundan ötesi yoktur!
Çünkü muhabir olmazsa haber de yoktur, gazetecilik de!
“Ne yapalım canım tutuklanmayanlar gazetecilik yapar; gazetecilik biter mi?” diye “gazetecilik ulemasından” soru gelebilir. Ama gazetecilik zaten egemenlere muhalefet ediyorsa, onların uygulamalarını ve anlayışlarını eleştiriyor, sistemin örttüğü gerçekleri ortaya çıkarıyorsa gazeteciliktir. Gazeteciliğin ortaya çıkış amacı da sonraki işlevi de bu olmuştur. Aksi halde iktidarın dizinin dibinde, sistemin bekası gözetilerek, gazete kağıdına basılmış “haberler yazmak” gazetecilik değil “vakanüvislik”tir!(*) Ve unutmayalım ki; bugün sistemle uyum içinde olanlar da gazetecilik yapıyorsa, onların yaptıkları gazetecilik bile sisteme karşı mücadele edenlerin, ezilenin sömürenin sesini duyuran bir gazetecilik olduğu için meşruiyet kazanmakta, gazetecilik sayılmaktadır.
Bugüne kadar, basın söz konusu olduğunda; kimi zaman oto sansürden, kimi zaman doğrudan sansürden, kimi zaman sermayenin tekelleşmesinin yaratığı basın özgürlüğünün ayaklar altına alınmasından, kimi zaman örgütlenmeye yönelik girişimlerin baskılanmasından, basın emekçilerinin çalışma koşullarının ağırlığından, kim zaman da yasaların baskıcılığından söz ederiz, yakınırız. Bu sözler, bu yakınmaların zaman zaman ortak bir sese, hatta ortak bir eyleme dönüştüğü de olur.
Bu yönden bakıldığında en demokratik ülkelerde bile basın özgürlüğü çeşitli yollarla egemen sınıfın ve onun yasa ve hükümetlerinin çeşitli biçimlerde baskısı altındadır
Ama gazetecileri tutuklamak, cezalar vermek artık ancak açıkça diktatörlüklerin uygulandığı ülkelerde rastlanan bir vakadır. Hele gazetecilerin “Şöyle bir görüşe sahiptir” ya da “Hükümete muhaliftir!” diye topluca gözaltına alınması, tutuklaması, cunta rejimlerinde bile nadiren görülür.
Onun içindir ki; gerçeklerin halk tarafından görülmesinin önlenmesi için basının baskı altına alınması için girişilen bu gözaltılar ve tutuklamaların üstünü örtmek için hükümet; “Bunlar gazetecilik yaptığı için göz atına alınmıyor, tutuklanmıyor” kılıfı geçiriyor.
“Peki, nedir bu insanların suçları; soygun mu yapmışlar, insan mı öldürmüşler, silah alıp dağa mı çıkmışlar?” diye soruyorsunuz.
Yanıt “hayır”dır!
Tek yaptıkları iş gazeteciliktir!
Ama hükümet ve savcıları, “Onlar gazetecilik kılıfı altında başka işler çeviriyorlar” diyor.
Ne var ki bugüne kadar da bu gerekçeyle gözaltına alınanlar için “Gazetecilik değil de şöyle bir iş yapıyorlardı!” diye gösterilen bir kanıt yoktur.
Ve göreceğiz ki; önümüzdeki günlerde;
Başbakan Yardımcısı Arınç; “Ben de rahatsızım böyle toplu gazeteci tutuklamalarından! Umarım yakın zamanda gerçekler ortaya çıkar. ...” diyerek ortamı yumuşatmaya çalışacak.
Adalet Bakanı Ergin; “Bu işlerin hükümetle bir ilgisi yok. Bağımsız yargının uygulaması” diye topu taca atacak.
Başbakan Erdoğan, taca atılan topları da toplayıp, öfkeyle; “Yargı doğrusunu yapmaktadır. Yapmaya devam edecek!” diye “son sözü” söyleyecek. Ve tabii bundan sonra görevi yandaş basın ve son günlerdeki adlandırılmasıyla, bu basının “özel görevlendirilmiş gazetecileri devralacak: “Canım işledikleri bir suç olmasa savcılar, yargıçlar bunları tutuklar mı; bakın bizi tutukluyorlar mı?” diye asıl gerçeği dillendirecekler.
Gelinen aşamayla hükümetin amacı iyice belli olmuştur: Gazeteciliği vakanüvisliğe indirgemişlerin ödüllendirilip gerçek gazetecilerin baskılandığı, işten kovulduğu, gözaltı ve tutuklamaların hedefi olduğu bir basın düzeni kurmak!
“Basın özgürlüğü” mü, “halkın haber alma özgürlüğü” mü, “gerçeklerle gazeteciliğin ilişkisi” mi; bu ölçütlerin oluşturulan basın piyasasında artık yeri yoktur!
Bu yüzden de sorun sadece gazetecinin gazeteciyle dayanışması, devrimci demokrat çevrelerin desteği ile sınırlı bir tepkinin basının en temel unsuruna muhabirlere yönelik toplu susturmaya varmış saldırıyı püskürtmesi beklenemez. Tersine basın özgürlüğü ve halkın haber alma özgürlüğünün savunulması, ülkemizin tüm ilericilerin demokratlarının, sendikaların, emek örgütlerin dün alanları dolduran, her sektörden on binlerce işçinin, emekçinin gündeminin ön sırasına çıkmak zorundadır.
Çünkü bu alan, halk için yeni bir düzen isteyen herkes için demokrasi mücadelesinin ön cephesidir.
(*) Vakanüvis: Kralların, sultanların sarayında, onların kırıntılarıyla geçinen, onların söylediklerini kayda geçiren
“tarihçilere” verilen ad.
|