Tutunacak dalımız yok; bir AİHM kaldı elimizde, diye yazmış bir köşe yazarı.
Düne kadar, milliyetçi, muhafazakar halk çoğunluğu tarafından desteklenen parti ile ordu arasındaki “denge” sayesinde “hükümet” olamasalar bile, kendi çıkarlarını koruyabilen güçlerin çaresizliğini ifade etmiş yazar.
Evet, gelecekte halk çoğunluğunun oyunu kazanacak partiler arasında bir “denge” yoktu Türkiye’de.
Varolan “muhafazakar çoğunluk partisi” ile “ordu” arasındaki denge ise artık yok.
Ya CHP? CHP de yok. Çünkü bu parti de halk çoğunluğunun eğilimlerine, nasılsa “ordu” var diye sırt çevirmiş, ondan uzaklaşmış bir parti.
Ordu olmayınca görülüyor işte, CHP de yok. Yani hükümet partisini dengeleyen, bu seçimde olmasa bile gelecek seçimde iktidar olma umudu taşıyan bir parti yok ortada. Eskiden bu seçimde olmasa bile, öteki “darbede” iktidar olma umudu taşıyan, o nedenle siyasette ordu adına çoğunluğu dengeleyen bir CHP vardı. Diyelim ki hükümet zorbalık mı yapıyor. Mağdurlar, gelecek “darbede” nasılsa hükümet olacak olan CHP’ye “güvenerek” direniyorlardı.
Artık güvenemiyorlar. Çaresizler.
Çaresizliğin alternatifi ne? Yani “muhafazakar” olmayan, ezici çoğunluğu ile içten içe “mütedeyyin” de olmayan, kendini “demokrat”, hatta “sosyal demokrat” diye tanıtan insanlar sistem içinde artık alternatifi olmayan bu hükümet karşısında ne yapsın?
Bunların önemli kesimleri başlangıçta, AKP’nin Türkiye’yi AB’ye üye yapacağını düşünerek, bunları “muhafazakar demokratlar” diye tanımladı. Bu tanımı yaptıktan sonra, AB üyeliği “asgari müştereğinde” ve dolayısı ile de “askeri vesayete son verme” amacında bunlarla ittifak kurdu.
Ordu, şimdilik de olsa siyaset denkleminde devreden çıkarken, bir de ne görsünler, AB de devreden çıkıverdi. AB, kendi “sırça köşkünü”, netameli bölgelerden korumak için, Berlin duvarının yerine bir ülkeler duvarıyla kendini korumaya aldı. Belarusya, Ukrayna, Moldavya ve Türkiye, Kuzey Denizi’nden Akdenize uzanan bir “tampon” bölge haline getirildi. Bunlar ne AB’den dışlanacak, ne de AB’ye alınacak olan ülkeler kategorisine giriyordu. Böylece AB, sınırlarını hem tehlikeli rakip Rusya’dan, hem de dünya kapitalist sisteminin “zayıf halkası” konumunda olan Ortadoğu ve Kafkasya’nın “savaş bölgelerinden” bu “tampon ülkeler duvarı” sayesinde korumaya aldı.
Böyle olunca, CHP’nin halk çoğunluğuna rağmen “darbeyle” iktidara gelmesi ya da “darbe tehdidiyle” çoğunluk partisi karşısında bir “denge” unsuru olmasının alternatifi olarak, AKP treniyle AB’ye girmek, böylece elde edilecek demokrasi sayesinde, farklı çıkarlar arasında “denge” sağlamak da hayal oldu.
Çaresizlik büyük.
CHP enkaz. AB Kaf Dağı’nın arkasında...
Yeniden “solculuk” imkansız; çünkü CHP’den vazgeçip, AKP trenine binerken, AB yolcuları üzerlerindeki “solcu gömleklerini”, “kirlendi” diyerek çöpe attılar. Tekrar solcu olup örgütlenmeleri, “denge” sağlayamasalar bile, hükümetlerin “dengelerini” bozmaları artık düşünülemez bile.
İşte o nedenle AB’ye gidiyor sandıkları tren, meçhul istikametlere yönelince, ilk dönüşleri, sirk cambazlığına dönüştü. Takla atıyorlar, ters perendelerle tuhaf işler yapıyorlar. Bu tren Kaddafi’nin, Esad’ın, Mübarek’in, Zeynel Abidin Bin Ali’nin istasyonlarına yönelince, “komşularla sıfır problem” diye sevindiler. Sonra tren birden makas değiştirip, adı sayılanların üzerinden geçince, bu defa “Arap Baharı” diye coştular. Tren AB’ye gidecek sandıkları için, Kürt sorununda da “nasılsa çözüm” olur diyerek, korkusuzca Kürt dağlarında dolaşmaya, PKK liderleriyle buluşmaya, firaklı yazılar yazmaya başladılar. Bu tren Diyarbakır istikametine yönelince, “AB yolu Diyarbakır’dan geçer” sözünü hatırladılar. Kompartımanlarında “şerefe” sesleri, “çın çınlar” gırla gitti. Birden şiddetli bir sarsıntıyla neye uğradıklarını şaşırdılar. Tren inanılmaz bir transformasyona uğramış, o şık koltukların, renkli vagonların yerini, ansızın zırhlı araçlar, tanklar, akrepler, kondöktörlerin, ateşçilerin, makinistlerin yerini robokoplar, bilmem ne renkli bereliler, suratları boyalı harekatçılar almış. Kendilerini amansız bir savaşın, kitlesel tutuklamaların ortasında buldular. Ama tren ne kadar değişirse değişsin, “yolculuk” devam etsin diyorlardı. Trenin Diyarbakır, Van, Hakkari üzerinden Brüksele doğru yürümesi gerekiyordu. Çünkü onlar böyle istiyordu. Ama tren artık yürümüyordu. Bazıları “AKP reformlarda frene bastı” diye mırıldanırken, en AB’ci olanları birden hırıldamaya, öğürmeye, böğürmeye ve “AKP treninin AB’ye doğru yol almasının önündeki en büyük engel PKK’dir” demeye başladılar.
Ve sonunda AB’nin yolunu bulamasalar bile, hem AB’ci olmanın, hem de Kürt halkıyla savaşmanın yolunu bulmuşlardı.
Evet bunlar için var olan hükümetle “mücadele” sona ermişti.
Şimdi biz, kemalistin yitirdiği “ordu” alternatifinin ve liberalin yitirdiği “AB” alternatifinin dışında biricik alternatifin Kürt halkıyla birleşmek, ve o dağların eteklerinden yola çıkmak, Fırat köprüsünü birlikte geçmek ve Ege’ye doğru yürümek olduğunu söylüyoruz. Çare AİHM değil. O çaresizliğin “can simidi” sadece... Çare mücadelede ve mücadele edecek güçler var.
|