Size bir gözlemimden söz etmek istiyorum. Bu sanıyorum ki son yıllarda kamuoyunda da giderek yaygınlaşan bir izlenim. Polis giderek değişiyor. Eskiden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin oynadığı rolü üstüne almaya başlamış gibi görünüyor.
Biraz daha açayım...
Eskiden, Türk Silahlı Kuvvetleri herşeye hakimdi. Siyaseti yönlendirdiği gibi, günlük yaşama da karışırdı. Örneğin, jandarma “Beyaz enerji operasyonu” gibi çok önemli siyasetçileri de kapsayan yolsuzluk soruşturmaları açar, baskınlar yapar, savcıların kolluk gücü gibi çalışır, telefon dinler, duyurular yapardı. Siyasi baskı da olamadığından bu gibi operasyonlarda da sonuç alınırdı.
Asker, adi suçlarda dahi duruma hakim bir konumdaydı. Çok geniş olan istihbaratını polisle paylaşır, ya da operasyonu kendi başlatıp sonra polise devrederdi. Polis adeta askerin taşeronu gibi kullanılırdı; adeta TSK’nın emrindeymiş gibi bir durumu vardı.
Bilmem dikkat ediyor musunuz, birkaç yıldır, bu roller değişmeye başladı.
Hatırlarsınız “Polis ve asker arasında sürtüşme mi var?” diye geçtiğimiz birkaç yılda çok konuştuk.
Bu Türkiye’de yaşanan “Demokratikleşmenin” ve “Asker etkisinin azalmasının” doğal sonucuydu. Polis adeta bu süreçten “Galip çıktı”.
Doğrusu da budur. Askerin işi ülke savunmasıdır. Polisin işi de düzeni korumak.
Ancak, son dönemde polise verilen bu ağırlığı, teşkilatin ne oranda hazmettiği konusunda kuşkularım da var.
Bakıyorum, polis yetkilileri çok hoyratça davranıyorlar. Arkalarını “Siyasi otoriteye” ve “Demokratikleşmeye” dayamanın verdiği rahatlıkla, ister sokak gösterilerine müdahalelerinde olsun ister savcıları yönlendirmede olsun, temel haklara ve toplum psikolojisine hiç dikkat etmiyorlar.
İzmir’deki karakol dayağından Hopa protestoları sırasında polis otobüslerinin içinde yaşandığı idda edilen işkence ve cinsel tacizlere kadar, hemen her gün TV ekranlarına olumsuzluk görüntüleri yansıyor. Sonu gelmeyen telefon dinlemeleri ve somut verilere dayanmadan savcılarına yollanan dosyalar da soru işaretlerini arttırıyor.
Asker, yılların deneyimiyle, bu konularda daha disiplinli, daha kontrollü davranırdı. Polis, bu alana yeni el attığından dolayı mıdır, yoksa kameralar onlara döndüğü için mi bilemiyorum; dağınık bir tutum sergileniyor.
Polisi yönetenler; bakanından en alttaki amirine kadar, çok dikkatli olmak zorundalar. Bu toplum, asker baskısından yeni kurtulmuşken, şimdi bir de polis korkusu ile yaşamamalılar.
Dayak atan, önüne geleni dinleyen, somut delil yerine, söylentilere dayanan suçlamalarla savcıları yönlendiren polis, bir süre sonra ters teper. Eğer polis, askerin eski rolüne soyunuyorlarsa çok hata ederler.
Bir babanın çığlığı...
Salı akşamı televizyonlarda Hıdır Öztürk’ü izlediniz mi? 1992 yılında Tunceli’de faili meçhul bir cinayete kurban giden ve iki ay sonra, işkence izleri taşıyan cesedi kimsesizler mezarlığında bulunan 17 yaşındaki kızı Ayten Öztürk için gözyaşı döküyordu. Dinleyenleri de ağlattı.
Ayten Öztürk’ü Jitem’in öldürttüğü iddia ediliyor. 76 yaşındaki Hıdır Öztürk, dönemin jandarma alay komutanı ile konuşmalarını anlattı. Kızının PKK’ya katılması olasılığından dolayı, ünlü katil Yeşil’e havale edildiğini söyledi.
Hıdır Öztürk’ü dinlerken yüreğim parçalandı. Devletin gaddarlığı, devleti temsil edenlerin bu tutumları midemi bulandırdı.
Şimdi bekliyorum...
TBMM, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na bağlı, terör ve şiddet olaylarına ilişkin alt komisyon bakalım ne yapacak?
“Cesedi parçalanmış, gözleri çıkarılmış, kulakları kesilmiş bir evladın babasıyım” diyen Hıdır Öztürk’ün dosyasını kapatacak mı, yoksa suç duyurusu yapacak mı?
Devlet önce bilgi vermeyi öğrensin...
Oldum olası, iktidarlar medyadan hep şikayet etmişlerdir. Medyaya hep kısıtlama getirmek istemişlerdir.
Teröre veya teröriste yardımcı olduğumuz söylenir ve haberlere ince ayar yapılmaya çalışılır. Yayınlanan haberlerin doğru olmadığı veya abartıldığı söylenir. Bu şikayetlerin ardı arkası kesilmez.
Medyayı bu kadar eleştiren devlet ise, üstüne düşeni yapmaz. Medyaya zamanında doğru bilgi vermez, sonra vermediği bilginin hesabını sorar.
Bir terör olayından sonra, bilgiyi yetkili kaynaklardan alamayan gazeteci ne yapsın? O da etrafta kim varsa, onunla konuşur. Yayınlayınca da, karşısında devleti bulur: “Bu haberler ya yanlış ya eksik veya abartılı” denir, cezalar verilir.
Şimdi ben sormak istiyorum: Arkadaşlar siz neden görevinizi yapmıyor, medyaya bilgi vermiyorsunuz? Bunu yapmıyorsanız, o zaman neden kızıyorsunuz?
Hayıııır! Beyler, üstlerinden korkacak ve susacaklar, sonra da bize kızacaklar.
Medyayı eleştirirken, bürokrasi önce kendi işini doğru dürüst yapmalı.
Ömür Gökbel'den “A Touch of Amore\'
Ünlü şarkıcı Ömür Göksel’in yepyeni albümü “A Touch of Amore” müzik marketlerde yerini aldı. Türk Pop müziğinin unutulmaz seslerinde olan Ömür Göksel’in 20. yüzyılın aşk şarkılarını seslendirdiği bu son albümünde hepimizi dinlerken büyüleyen şarkılar yer alıyor. That’ Amore, Can’t Help Falling in Love ve You Don’t Have to Say You Love Me gibi Frank Sinatra, Nat King Cole gibi şarkıcılardan dinlemeye doyamadığımız bu şarkıları şimdide Ömür Göksel’in yorumu bu albümde bulabilirsiniz. (www.omurgoksel.com.tr)
|