Adalet ve Kalkınma Partisi muhalifleri ilk günden bu yana Erdoğan ve Gül arasında bir soğukluk aradı. Acaba, bu güçlü iktidarın 'aşil topuğu' yani hayati anlamda en kırılgan noktası, zirvede esen sert rüzgarlar olabilir mi?
Çeşitli kereler denendi, tartışıldı, o sevda hep boş çıktı. Bugünlerde, şike cezalarında indirim getiren yasa değişikliği, yeniden aynı spekülasyonları doruğa taşıdı. Siyasi dengeler ve güç ilişkileri, üzerinde konuşulmayı hak eden önemli bir konudur.
İkinci mesele, iktidarın ve özellikle Başbakan Erdoğan'ın liberal, demokrat, özgürlükçü ve reformcu kimlikleri yerine siyasal açıdan muhafazakar, statükocu, baskıcı ve şahin özelliklerinin öne çıktığı tartışmaları...
'Ankaralılaşmak' kavramı kullanıldı önce.
'Obama gibi geldi, Bush gibi oldu' metaforuna başvuruldu sonraları...
Bugünlerde de 'ANAP'lılaşma eğilimi' gibi gösteriliyor bu değişim iddiaları...
Dokuz yıldır bir de 'cemaat olgusu' güç ilişkilerinde ve mücadelelerinde hep gündemde tutuldu. İşte bu maddelerin her biri ve hepsi son zamanlarda bir şekilde politik senaryoların içine sokuldu. Peki neler oluyor, yaşananları nasıl yorumlamalı, Ankara'da olup bitenleri nasıl analiz etmeli?
Tarafsız, çok boyutlu ve soğukkanlı değerlendirme yapılabilirse müthiş hareketli ve heyecanlı geçecek önümüzdeki üç yıllık siyasal rekabetin yol haritasını bir ölçüde görebilmiş oluruz. Önce zemine bakalım, 'nedenler'i konuşalım.
DEĞİŞİM KÜRT SİYASETİYLE BAŞLADI
Olumlamadan veya eleştirmeden söylüyorum, iktidarın son bir yılı temel politikalarda ciddi bir değişikliğe sahne oldu. 2002-2010 dönemini ayırıyorum, sonraki dönem için ayrı parantez açıyorum. Kürt siyasetinde değişiklik oldu. Başbakan, reform çabalarının bazı çevrelerce istismar edildiğini görüp, bölünme riskini artırdığını düşündü. Açılımda frene basarken, önceliği Doğu'ya hizmetlere ve vatandaşa dönük politikalara verdi. Terörle mücadelede daha tavizsiz bir evreye girildi. Bu, yerel seçim sonrasında başlayan ve Haziran 2011 seçimlerinden önce zirve yapan radikal bir değişimdi. Bana doğru geliyor, liberal kesimlerin tepkisini çekiyor. Çeşitli kereler Cumhurbaşkanı'ndan da dinledik. O da Erdoğan'la benzeri endişeleri taşıyor. Kürt siyasetinin önde gelen aktörlerine bu düşüncesini, tepkisiyle birlikte dile getirdiği biliniyor. Cumhurbaşkanı, Kürt siyaseti hakkında kamuoyuna artık hiç konuşmuyor. Bu konuda Gül-Erdoğan arasında zımni veya açık bir anlaşma olduğunu düşünüyorum.
AVRUPA BİRLİĞİ İLE GERGİNLİK ETKİLEDİ
Hükümetin içeride ve dışarıda reformcu kimliği kazanmasında ve Türkiye'nin transformasyon sürecini başarıyla götürmesinde temel parametre AB ile müzakere takviminin işlemesiydi. Annan Planı'nda KKTC'ye ve Türkiye'ye yapılan haksızlık, aradaki hatları kopardı. Rumların AB dönem başkanlığı takviminin yaklaşması ipleri iyice gerdi. Siyasilerin karşılıklı sert demeçleri müzakereleri fiilen durma noktasına getirdi. AB ile gerginlik politikasının algı ve gerçeklik açısından hükümete büyük zarar verdiğini düşünüyorum. Egemen Bağış dışında bu konuda çabalayan hiç kimse görülmüyor. Entelektüel kesimin hükümete yönelik kuşkucu bakışlarında bu sürecin etkisi derin oldu. Şahsen, buradaki yavaşlamayı ve iç kamuoyuna dönük polemik yaratıcı ama dışarıda 'yaralayıcı' politikayı doğru bulmuyorum. Ne kadar çifte standart uygulansa da AB içindeki dostlarımızla daha da yakınlaşıp, ilişkileri rayların üzerinde tutmak ulusal menfaatimize.
İki not daha... Kriz çağında, Türkiye'nin ekonomik yapısının sağlamlığı ve ABD ile şaşılacak kadar yakınlaşma söz konusu.
TUTUKLU GAZETECİLER SORUNU BÜYÜYÜNCE
Hükümetin kimliği ve politikalarıyla ilgili algısı tutuklu gazetecilerin sayısı artınca, özellikle Ahmet Şık ve Nedim Şener de cezaevine girince iyice bozuldu. Gerek AB, gerek ABD, gerekse içerideki liberal kesim, bu politikaları ciddi sorgular hale geldi. Hukukun oyun sahasındaki bu gelişmenin siyasi faturası hükümete kesilir oldu. Gelinen noktada, bu iki gazetecinin tutuklu yargılanmasının hatalı olduğu düşüncesindeyim. Dosya okumaları sonucunda ulaştığım kişisel kanaatim bu yönde.
Üzerine, usul ve esas olarak son derece doğru olduğuna inandığım KCK tutuklamaları geldi. PKK'nın şehir yapılanmasına dönük soruşturma yine aynı çevreler tarafından sert eleştirilerle karşılandı.
ANAYASA NEDEN AĞIRDAN ALINIYOR?
Büyük resim bize bu detayları gösteriyor. Bir de yeni anayasa yapım sürecinin beklendiği hızda ve kararlılıkta başlamamasını ekleyelim. Oysa seçim sonrası o yönde bir beklenti oluşmuştu. Başbakan Erdoğan halen ülkenin en güçlü siyasi figürü. Sisteme mutlak hakim, partisine de. Popülaritesi yüksek. 'Cumhurbaşkanı olmak istiyor, o halk desteğine şu anda sahip. Riske etmekten kaçınıyor' değerlendirmeleri yapıldığı için statükocu eleştirileriyle karşılaşıyor.
Peki bundan sonra ne olur?
Gül ve Erdoğan'ın temel meselelerde rekabete gireceklerini hiçbir zaman beklemedim. Böyle bir gözlemim hiç olmadı. O yöndeki söylentilere inanmadım. Siyasal akla aykırı buldum. Bundan sonrası için de ihtimal vermiyorum. Ama 5 yıl mı 7 yıl mı belirsizliğini konuşmadıkları belli. İşte bunu anlayamıyorum. Yine de kriz bekleyenler hayal kırıklığına uğrarlar. Kişisel makamlarla ilgili tartışmalar önemli değil, aşarlar. Ama hükümetin yol haritası ve Türkiye'nin başarısı için bugünlerde büyük bir hamleye ihtiyacı olduğu ortada. İster yeni anayasa, ister AB konusunda, isterse daha başka bir dosya üzerinde olsun, fark etmez. Reformcu, yenilikçi, değişimci, özgürlükçü, AB müzakerecisi ve cesur hükümet algısı için silkinmeye ve somut bir projeye ihtiyaç var
|