Benim gibi anne, eş ve kızlardan oluşan bir aile yapınız varsa, bilin ki günlük hayatınızın çoğunda ister istemez onların çeşitli mücadelelerine tanık; beraber iş yaptığınız insanlar içinde de kadınların sayısı azımsanamayacak derecede çoğunluktaysa, kadınların bakış açıları hakkında daha fazla bilgiye sahip oluyorsunuz.
Okurlarınız arasında, eğitim ve konferans verdiğiniz kurumlarda kadınların sayısının arttığını bilmek sizi ümitlendirse de, fırsat eşitliğinden yararlanamayan kadınlarla ilgili hikâyeleri duyunca üzülüyorsunuz.
Bu köşede yazmaya başladığımda bir karar vermiştim; Her pazar yayınlanmak üzere bir kadın hikâyesi yazacaktım. Yaptım da. Hatta bu hikâyeleri kadinhikayeleri.wordpres.com internet sitesi altında da toplayıp, sosyal medyada duyuruyorum. Toplam 20 hikâye olmuş.
Twitter’dan bir takipçim sormuştu; “Neden, bu hikâyeleri yazıyorsunuz?” diye. Ben de bir yazımda cevap vermiştim; “Bursa’da evrensel bir kadın hareketi başlatmak için…”
İnatla ve ısrarla sürdürüyorum bu çabamı…
Kendi hemcinslerim pek anlamasa da, bu ülkenin refaha çıkmasının tek yolunun kadın-erkek omuz omuza çalışarak ve üreterek olacağının bilincinde, yılmadan ve yorulmadan yazıyorum. Anlamasa da, diyorum çünkü Bursa’da herkesin ismini söylesem, hemen tanıyacağı biri, bu pazar hikâyelerimi okuduktan sonra bana “Kardeş, senin tercihinde farklılıklar mı oldu, ne bu hikâyeler?” diyerek yarı şaka, yarı ciddi bir söylemde bulunmuştu. Ben de ona mevcut medeni halimden ve sonuçlarından bahsetmiştim.
Kadının haklarının, insan hakkı temelinde değerlendirilmesine inandığım için, bir erkek olarak bu hikâyeleri yazıyorum. İnsanların bu sorunlara ilgisini çekmek, bir erkeğin bu dert ve problemlerle uğraşmasından utanacak insanların bir şeyler yapması için mücadele ediyorum.
Töre, gelenek, anane, örf adı altında zulüm gören kadınlarla, modern hayatta iş üretmeye çalışırken bezdirilme, taciz, sözle aşağılama gibi problemler yaşayan kadınlar arasında bir fark yok.
Bu ülkede kadınların yaşadığı sorunlar, tamamen bir zihniyetin ürünü…
Okumuş olmaları ya da olmamaları hiçbir sonucu değiştirmiyor.
Eğer bugün, kadınlar sokak ortasında öldürülüyor, cesetleri çöp konteynırlarından çıkıyor, töre yüzünden ölüleri morgdan bile alınmıyorsa, bu ülkenin gelişmişliğinden söz edemezsiniz.
Bugün birileri, sırf beğenmiyor diye, köşelerinden kadınları cinsellikleri temelinden yola çıkarak rahatça aşağılayabiliyor ve sivil toplum demokratik yollarla bir yaptırım üretemiyorsa, bu ülkede eşitlikten söz edemezsiniz.
Her üç kadından birinin şiddet gördüğü, tecavüz edilme yaşının yedili sekizli yaşlara düştüğü bir toplumda, kadınların hala beyinlerine değil de bacak aralarına göre namus anlayışı ile değerlendirildiği bir ortamda siz kadınların sahip olduğu haklardan söz edemezsiniz.
Günümüzde 8 Mart Dünya Çalışan Kadınlar Günü olduğu zaman Atatürk’ün kadınlara verdiği değerden, seçme ve seçilme hakkından bahsedilir. Bugünkü duruma baktığınızda arada geçen yıllarda yaşadığımız akıl tutulmasının müsebbipleri, kadının toplumdaki yerini mutfak ve yatak odası ile sınırlayanların varlığı sorgulanmadığı sürece, çağdaş medeniyetler seviyesine yapılan rüya yolculuklarında en önlerde bilet alanlar kendi yazdıklarını okuyup sorunları çözdüğünü zannetmeye devam edeceklerdir.
Başta kadınlar olmak üzere, herkese büyük görevler düşüyor. Bu konuda da “buzul çağı” yaşamış bir milletin çocuklarıyız. Bu sorun da öylece donup kalmış.
Özel günlerde, mesajlar üreterek değil, hep birlikte alın teri dökerek bu ülkenin her anlamda refahı için, kadın haklarına sahip çıkmalıyız. Yoksa durum pek de iç açıcı değil.
Bu his ve düşüncelerle tüm kadınların 8 Mart Dünya Çalışan Kadınlar Günü’nü kutlarım
|