Özür hiç kuşku yok ki erdemdir, bir pişmanlığın ve yapılan hatanın samimiyetle telafisi çabasının ifadesiyse.
Dünyada ülkelerinin ve devletlerinin geçmişte işledikleri suçlar için özür dileyen liderler oldu. Japonya Başbakanı Sinzo Abe, Japon parlamentosunda 2. Dünya Savaşı’nda Asyalı kadınların seks kölesi olarak “ordu genelevleri”nde çalıştırılmasından ötürü “Şimdi burada bir başbakan olarak özür diliyorum” dedi.
“Böyle bir literatür varsa”, “dilerim”, “diliyorum” diyerek, bambaşka bir bağlam içinde dolandırmadan.
Avustralya Parlamentosu’nun Aborjinler’den özür dilenmesini öngören önergeyi televizyonlardan tüm ülkeye canlı olarak yayınlanan duygusal bir oturum sonrası oy birliği ile kabul etmesi ve Başbakan Kevin Rudd’un Aborjin temsilciler önünde, hükümet, devlet ve parlamento adına “Avustralya’da birbiri ardına gelen hükümetlerin, derin üzüntü, acı ve kayıplara neden olan yasaları ve politikaları nedeniyle bu Avustralyalı vatandaşlarımızdan özür diliyoruz” demesi de iz bırakan özürlerdendir.
Willy Brand'ın 1971'de başbakan olarak ziyaret ettiği Varşova'da, 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin katlettiği Polonyalı Yahudiler anısına yapılmış anıt önünde diz çökmesi, dünya kamuoyunda bu türden özürlerin en yankı uyandıranıydı.
Sonunda, geçmişteki her karanlık döneme “tarihi tarihçilere bırakalım”, “komisyon kuralım” diye yaklaşan resmi siyasetimiz, Erdoğan’ın ağzından Dersim’de yaşanan katliamlar için özür dilerken, tarihçilere ve komisyona havale yaklaşımında da bir gedik açılmış oldu.
Hoş, üniversitede Osmanlı Ermenileri konulu bir konferans düzenlenmesi girişimini “Bu Türk milletini arkadan hançerlemektir” diye karşılayan Cemil Çiçek, yine tarihçileri göreve çağırarak gediği kapatmaya çalıştı, ama Başbakan yolu açtı bir kez.
Ben, “Yol açıldı, sırada Ermenilerden özür olmasın” diye saç baş yolanları kendi yolunmaları ile bırakıp, keşke açılan yol, “özür dilemenin erdemine uygun bir yol olsaydı” diyorum.
Konuşmanın kurgusundan, ses tonuna ve özrü lütfedercesine dilemesine bakıldığında, Başbakan’ın asıl derdinin özür değil, CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na gol atmak, onları köşeye sıkıştırmak olduğu açıkça görülüyordu. Özrü bu amaçla kullanmak, insana hayat veren suyu işkence aracı olarak kullanmak gibi bir şey.
Şimdi, bu ülke sosyalistlerinin oldukça iyi bildikleri Dersim katliamına dair kimi gerçekleri özür eşliğinde Başbakan’ın ağzından duyduktan sonra; Van depremini, KCK’yı, içerdeki gazetecileri, Suriye için ucu Türkiye’ye bağlanmış “insani koridor” önerilerini falan bırakıp Dersim’i tartışacağız.
Dünyada “terör suçundan” tutuklu toplam insan sayısının (35.117) üçte birinin bugün Türkiye’de olduğunu (12.897) bir yana bırakıp; sanki tek parti dönemiymişçesine parlamentonun bypass edilerek kanun hükmünde kararnamelerle yönetildiğimizi uznutu, dün olanları, bugün yaşatılanları görmezden gelmenin, hatta mazur görmenin bir aracı olarak tartışacağız.
Dersim’i devletten çok CHP’nin sırtına sararken, dönemin tek partisi CHP’nin içinde iktidardaki muhafazakarların köklerini dayadıkları sağcı siyasetçiler olduğunu da unutacağız.
Bütün bu tartışmadan en zararlı çıkan da CHP olacak. Yediği golle kalacak. Şimdi, Başbakan’a yapılan “Devlet arşivlerini aç, toprakları geri ver çağrıları” atı alanın Üsküdar’ı geçmesinden sonra yapılan çırpınışlar.
Hatırlarda kalan, Dersim konusunda tartışmayı açan kendi milletvekili Hüseyin Aygün’ü susturan, Diyarbakır İl Başkanı’nı görevden alan, geçmişin kara sayfalarından birine dokunulduğunda değme faşiste rahmet okutan tepkiler koyan vekilleri, üyeleri olan CHP olacak.
Ama madem bir yol açıldı ve özür dilendi, o yolda samimiyetle yürüyeceklerin yapması gereken, gol atma/yeme kavgasını bırakıp, başta Dersim isminin iadesi olmak üzere özrün gerektirdiği adımların atılmasını talep etmek, toplu mezarların, yeri belirsiz kabirlerin izini sürmek olmalı.
Yoksa, bu tarihi özürden de gerekli dersi çıkaramadığımızla kalacağız.
|