Başbakan Erdoğan, Dersim olayları için ‘devlet adına’ özür diledi. İktidar partisine mensup birinin yaptığı en ciddi hatalar için kalem oynatmayan, dengeyi sağlamak için de oynatıyor “muş gibi” yapan, birini eleştirecekse “genellemelere sığınan” bazı meslektaşlar bu özrü bahane ederek bile Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ’na yüklendi. Hem de ne yüklenme; içinde “iktidardan herhangi birine asla söyleyemeyecekleri” her tür hakaret mevcut..
Hayır, onları anlamak lazım zira gazetelerinin politikası bu, aksini yaptıkları, örneğin TBMM tarihinde görülmemiş şekilde bir milletvekilini kürsüden tartaklayarak indirmeye çalışanlara veya bir milletvekiline “sinkaflı küfür” eden Meclis Başkanvekili’ne böyle şeyler yazsalar ya hemen uyarı alırlar, veya işlerinden olurlar. Neredeyse birkaç istisna dışında en büyüğünden en küçüğüne tüm medya kuruluşları için geçerli olan ve benzerine ancak Arap ülkelerinde rastlanabilecek bu baskı gerçekten çok acıdır.
Önceki gün 30 Kasım ve 1 Aralık’ta İstanbul’da yapılacak olan “Türk-Arap Medya Forumu” için davetiye geldi, görünce kendi kendime ‘doğru bir forum bu, artık ancak onlarla ortak noktalarımız , ortak baskılarımız var, Batı ’nın bizi anlaması çok zor’ diye düşündüm. Ben sadece eğitimimin bir kısmını Batı’da yapmama rağmen, o yıllarda yakından izlediğim İngiliz demokrasisini örnek gördüğüm için ben bile kabul edemiyorum, onlar nasıl anlasın.
GÜL DİYOR Kİ..
Cumhurbaşkanı Gül , birkaç gün önce Londra ’ya giderken Dersim konusunda “Türkiye’de tabular yok artık. Dolayısıyla herkes herşeyi tartışabilir” dedi ve o “herkes” ten de hiç itiraz gelmedi. Bu da doğal, bunu da anlamak lazım, zira “tabular eskisinden kat kat fazla olarak mevcut” ; medya tartışmaya, insanlar ağzını açmaya korkuyor, çünkü tehditler ve hakaretler “sadece görüşünü söyleyen” iş adamlarına da, medyaya da, öğrenciye de, diğer vatandaşlara da anında geliyor. Medya ve iş dünyası için baskı, tehlike daha önce örnekleriyle görüldüğü gibi diğer gruplardan çok daha fazla.
Türkiye’de tabular yok ve herkes herşeyi tartışabilir ise TV’lerin en çok izlenen tartışma programları ve programcıları nereye gitti? En yüksek reyting alan programlar kaldırılır, en çok okunan yazarlar işlerinden olurken, uluslar arası üne sahip gazeteciler tutuklanırken “hiç izlenmemesi nedeniyle programları defalarca kaldırılmış isimler” sırf iktidar partisini sadece yağladıkları için, hayal bile edemeyecekleri kanallarda nasıl program yapar oldu? TRT nasıl “sıfır reytingli” programlara, konuşması bile anlaşılmayan bazı gazetecilere yıllarca para ödedi, ödüyor?
ÖLÇÜSÜ İÇİNDE DE TARTIŞAMAZSIN, ELEŞTİREMEZSİN
Gazeteci “hangi hükümet dönemi olursa olsun” hataları eleştirebilme, tartışabilme özgürlüğüne sahip olmalıdır. Aynen Gül’ün dediği gibi “ölçüsü içinde olmak kaydıyla” herşeyi..Oysa bu dönemde “ölçüsünün tam içinde, aynen özgür bir medyada, demokratik bir ülkede olması gerektiği gibi” tartışan gazetecilerin işleriyle de oynandı. Direkt olarak Hükümet’ten gazete patronlarına gelen uyarılarla..Zaten bu uyarılar açıktan açığa, milletin önünde de patronlara yapılmamış mıydı?
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bunlardan habersiz olması mümkün değil. O nedenle kendisinin yukarıdaki cümleleri ancak “gerçekten özgür ve demokratik, insanların korkmadan telefonda, sokakta, ekranda, gazetede konuşup tartışabildiği, özgür bir medyaya sahip olabildiği bir ülke” olduğumuz zaman doğru kabul edilebilir.
DİNİ İNANCI BİLE ‘HESAP’ KONUSU
Kime yapılsa tepki alır, Referandum’dan bu yana Kılıçdaroğlu ’nun “Tunceli’li” olmasından “mezhebi” ne kadar tartışılamayacak ve hesap sorulamayacak nesi varsa (insanların inancıdır diye yıllarca türban tartışması yapanların ‘bir insanın inancını sorgulaması, hadi açıkla diye sıkıştırması’ olacak şey mi) hesabı soruldu, sanki suçmuş gibi millete karşı kullanıldı. Özgür bir ülkede olamaz efendim. Aynı Kılıçdaroğlu bir yandan kendi partisi içinde gözünü “koltuk hırsı bürümüş” isimler tarafından her fırsatta yıpratılmaya çalışılırken bir yandan “hiçbir başka lidere yapılamayan” gereksiz anketler vs ile de sanki her an yerine başkası geçecekmiş havası canlı tutularak zorlanıyor, çalışması engelleniyor. Dersim tartışması ne zaman açılsa, sanki sorumlu oymuş gibi Kılıçdaroğlu köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyor.
Mesele “Tunceli’deki Kürt ve Alevi oylarını da elde etmek midir” bilinmez ama sebep ne olursa olsun haksızlık değil mi bu yapılan?
ERMENİLER DE ÖZÜR İSTER!
Dersim konusu da, daha geriye giderek Osmanlı padişahları da, daha ileriye giderek “12 Eylül ve 27 Nisan” da tartışılabilir tabii.. Ama “tarihi saptırmadan, somut gerçeklerle” ..Sadece Dersim’e kilitlenerek değil, yakın tarihimizdeki darbe ve muhtıraları da unutmayarak.. Mesela siz “Ermeni Soykırım İddiası” konusunda “Tarihçilere bırakalım” derken, “özür ve tazminat isteyen” Ermenilere “önce tarihi, arşivleri incele” derken, Dersim konusunda “tarihçi kesilirseniz” ve TBMM’yi dışlayarak “devlet adına tek başınıza özür dilemenin kabul göreceğini” düşünürseniz yarın Ermeni İddiası için de “tarihe filan bakmadan, araştırmadan” özür dilemeniz beklenir. Ki beklenecektir, göreceğiz.
PKK’NIN YAPTIĞI DA ‘TALEPTE BULUNMA’ MI?
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç dün Dersim İsyanı için “Birilerine göre isyandır, birilerine göre talepte bulunmadır” demiş. Açıkça “isyan değildir” denemiyor, çünkü tarih olanları yazmış. Atatürk Dersim’in Tunceli ismiyle vilayet olmasından sonra buraya yollar, köprüler, hastane, okul ve her tür medeni imkanları götürmeye çalışmış. Ama feodal yapının bitmesini istemeyen aşiretler (ki Ahmet Cevdet Paşa ’nın kitabında 1865’te bile “kaçan eşkiyanın gruplar halinde Dersim’e yerleştiği” anlatılıyor) aynen PKK’nın yaptığı gibi karakolları basarak onlarca askeri bir defada şehit etmeyi, köprüleri havaya uçurmayı, tuzaklar kurarak askerleri kurşuna dizmeyi sürdürmüşler ve bu asileri Seyit Rıza yönetmiş , isyana katılmak istemeyen aşiret reislerini kendisi öldürmüş.
Bunları yok farzederek “birilerine göre talepte bulunma” dediğiniz anda sizin “PKK terörü” dediğiniz saldırılar da “birilerine göre talepte bulunma” olarak alınmaz mı? Bunu açıklayabilir misiniz? “Devlete talep kabul ettirmek için bunları yapanları korurken, Öcalan’ı neden terörist kabul ediyorsunuz” diye sorulsa cevaplayabilir misiniz?
Dersim’de keşke yine de mahkemelerde karar alınarak gereken ceza “sadece suçlulara” verilseydi ve diğer halk zarar görmeseydi (zorunlu göç ise diğer bölgelerde, örneğin Adana ’da, İskenderun ’da sorun yaratan Türk gruplara da uygulanmış). Ama bunları da ancak tarihçiler analiz edebilir. Özür dilenmesi gerekiyorsa buna da Meclis karar verebilir . Dersim konusunun ele alınış şekli anlaşılır gibi değil!
|