Van’da 33 köylünün kurşuna dizilmesinin sorumlusu olan Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın isminin Özalp ilçesinde bulunan kışladan kaldırılmasının ardından sıra 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren’e geldi.
Başbakanlık ve Genelkurmay arasında yapılan görüşmelerde Kenan Evren Kışlası’nın isminin değiştirilmesi konusunda uzlaşmaya varıldı. Ancak Evren’le ilgili başlatılan soruşturma henüz davaya dönüşmediği için kışlanın isminin değiştirilmesi ‘kısa bir süreliğine’ ertelendi.
Hükümet, 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa referandumunda geçici 15. maddenin kaldırılmasıyla yasal koruma zırhı elinden alınan Kenan Evren’e yeni bir darbeye hazırlanıyor. Anayasa değişikliğinin ardından hükümet, İstanbul Küçükyalı’daki Kenan Evren Kışlası’nın isminin değiştirilmesi için harekete geçti.
Birçok yerden silinmişti
Kenan Evren’in ismi bazı okullar, caddeler ve parklarda da bulunuyor. Ancak bu isimlerin değiştirilmesinde yetki yerel yönetimlerde. Şimdiye kadar farklı illerde, Evren adını taşıyan caddeler gibi çok sayıda yerin ismi değiştirilmişti.
Artık sıranın Mustafa Kemal Atatürk’e geldiğini söyleyebiliriz!
Bu hesaplaşma gerçekleşecek!
Bugün Muğlalı, Evren yarın Atatürk….
Belki yarın, belki yarından da yakın…
Atatürk caddesi, Atatürk lisesi, Atatürk Üniversitesi, Atatürk havaalanı silinecek…
Zaten Atatürk adını stadyumdan kaldırıp “Timsah Arena” yapmıyormuyuz!”
“Aynadaki tarih”
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün 10 Kasım tarihinde yaptığı dersim açıklaması sonsuza kadar gizli kalmayacaktır.
AygünÜn bu konuşmayı neden bu tarihte yaptığı, kimlerden destek aldığı, bedeli ve de ilişkileri bir gün ortaya çıkacaktır…
Dersimde bir isyan olmadığını söylemek gerçekleri gizlemektir.
Bombalamaya neden olan isyan olayını, araştırmacı yazar Sayın Erol Mütercimler’in “AYNADAKİ TARİH” Kitabında açıkça belirtilmiştir.
Kitapta olaylar şöyle anlatılıyor;
“Dersim İsyanı, Osmanlı döneminde yurtluk ve ocaklık olarak özerk bir yönetime sahip olan aşiretlerin tek otoriteye bağlamaya karşı çıkışlarının sonuçlarından biridir denilebilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla özerkliğini kaybeden bölgedeki aşiretler, asker ve vergi yükümlülüklerine itiraz ederler. Yani bir vatandaşın yerine getirmesi zorunlu olan yükümlülüklerden kaçarlar. Bu da Devlet tarafından kabul edilemez bir eylemdir. S.263,”
“1935 yılına gelindiğinde Tunceli’de hala devlet otoritesi kurulamamış ve aşiret düzeni ve hukuku egemendi. Tunceli tarihi üzerinde araştırma yapan hemen tüm yazarların ortak yargısına göre, burada yüz yıllar boyunca hiç devlet otoritesi egemen olamadı. Cumhuriyet kurulduğunda da bu durumun devam etmesi için yoğun çapa harcandı. Ama bölgede yüzlerce yıldır egemen olan, yoksul halkı soyan ağa, bey, aşiret reisi hatta seyit unvanlı kişiler devletin otorite sağlama girişimlerine karşı çıktı. Bölgede devlet otoritesinin kurulabilmesi için yollar, köprüler, okullar yapılması gerekiyordu. Cumhuriyet yönetimi 1930 sonrası bu kurumları yapmak ve yaygınlaştırmak için çok uğraşmıştır. Ama bölgenin yüzyıllardır ekonomisine egemen olan aşiret unsurları buna direnmeye başlamıştır. Çünkü kendi otoriteleri kırılacaktı. İsyanlarda bu husus nedense bazılarında göz ardı edilir. S.264”
Sayın Mütercimler kitabında ayrıca, Naşit Hakkı Uluğ’un “Tunceli Medeniyete Açılıyor” adlı kitabından yaptığı alıntıda “Halka karşı gösterilen kurtarıcı alaka ve geçim yolları yaratan tedbirler, hükümet nüfuzunu her gün bir kat daha arttırıyor......... Dersim eşkıyalığının sonunun geldiğini, artık halkı bir köle gibi kullanamayacaklarını gören ağalar, son defa bir talih tecrübesi daha yapmak istediler. Halkı karakollar ve köprüler aleyhine tahrik ederek bunları yıkmak istediler....... Ağaların tahrikine uyan Dersim’liler 21-22 Mart 1937 gecesi Kahmut köprüsünü yıktılar ve karakola tecavüze başladılar. S.265”
Bu gerçekler karşısında Hüseyin Aygün’ün isyan olmamıştır demesi de inkârdan öteye değer taşımamaktadır.
Dersimde onlarca aşiret bulunmasına karşın, İsyanı çıkaran Seyyid Rıza’ya katılanların (Haydaran, Demenan, Yusufan, Kureyşan) sayısı oldukça azdır.
Dersim isyanı iki safhadadır.
Birinci safhası, 1937 yılı Mart ayında başlayan, 1937 yılı Eylül ayında bastırılıp elebaşları yakalanarak yargılanan ve Kasım ayında biten yargılamalar sonucunda 7 kişi idam edildiği safhadır.
İkinci safha ise, 1938 yılında başlayan ve Eylül ayında bastırılan safhadır.
Ancak, şunu teslim etmek gerekir ki isyanı bastırma harekâtı, halka karşı orantısız güç kullanılarak birçok günahsız insanın hayatını kaybetmesine ve olayın çokça kişi tarafından katliam olarak nitelendirilmesine neden olmuş, isyanı bastırma operasyonuna katılanların bu basiretsizliği, devletin sırtında bir yük olarak kalmıştır.
İkinci isyan döneminde Başbakan Celal Bayar’dır. Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmaktır.
Şu anda dersim isyanını bahane ederek yüce Atatürk’e dil uzatan sağcı ve karşıdevrimciler bu iki yetkiliyi de yere göğe kondurmuyorlar.
Amaç, Atatürk’ü ve onun devrimlerini yok etmektir.
Doğum ve ölüm tarihi olmadığı halde 17 Kasımda Sultan Abdülmecit’i anma, Sabiha Gökçen adının İstanbul’daki hava limanından kaldırılmasını isteme, Tunceli’ye tekrar Dersim adının verilmesini isteme bunun kanıtları değil mi?
Bütün kışkırtmalara karşın aydın Tunceli halkı her zaman laik Cumhuriyet ve Atatürk devrimleriyle barışık olmuştur.
Dersim olayını bahane ederek büyük öndere saldıranlar, rezaletlerinin son perdesini oynamaktadırlar.(alıntı)
Amaç çok açık ve nettir.
Dersim olaylarını kaşıyarak tekrar gündeme getirenlerin amaçları, son günlerde Atatürk'ü diktatör olarak suçlama cüretini gösteren kişi ve çevreleri haklı göstermek, eskiye duyulan özlem, Atatürk ve Atatürk gibi düşünenlerle hesaplaşma arzusudur.
Ancak, en başta ülkemizi emperyalist batı işgalinden kurtararak, laik Cumhuriyeti kuran ve Cumhuriyetin demokratik ve laik bir ortamda yaşayıp gelişebilmesi için alınması gereken tüm tedbirleri alarak birçok devrimi gerçekleştiren Atatürk ve yakın çalışma arkadaşlarının bu ülke için yaptıklarını yok sayarak, “bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü” dedirtecek şekilde, münferit bazı olayların 73 yıl sonra gündeme getirilmesi, asla savunulamaz ve mazur görülemez. Şimdi bazıları diyecek ki; ülkemizde demokrasi varsa, Atatürk'ü de, Atatürk dönemini de tartışabiliriz.
Hayır tartışamazsınız beyler.
Çünkü, yaşların yanında kurular da yanmış olsa bile, o günün şartlarında, hainlere ve karşı devrimcilere taviz verilmeden alınıp uygulanan önlemler nedeniyledir ki, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti günümüze kadar yaşayabilmiş ve kökleşebilmiştir.
Velev ki; Dersim, Atatürk'ün emriyle veya bilgisi dahilinde bombalanmış olsun, bir itirazınız mı var beyler, buradan hareketle nereye varmak istiyorsunuz?
Atatürk Dersimi bombalattı diyerek;
Anıt Kabiri Atatürk'ün başına yıkıp, onun yüce naaşını sokağa atarak, önünde sevinç naraları attıktan sonra, gizlice ve kimsenin bilmediği başka bir yere gömerek, Anıt Kabir' in çok değerli olan arsasını parselleyerek, açık artırma ile Araplara mı satalım?
Bir yasa çıkararak, kendisine verdiğimiz Atatürk soyadını ve mareşal rütbesini geri mi alalım?
Savaşarak, düşman işgalinden kurtardığı ülkemizi, emperyalistlere geri mi verelim?
Kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisini kapatarak kapısına kilit mi vuralım?
Kaldırdığı saltanatı ve halifeliği, AKP iktidarının yakın zamanda andığı ve özlem duyduğu Abdülmecit ve Vahdettinleri, geri mi getirelim?
Harf ve kıyafet devrimlerini iptal edip, Arap harflerine ve kara çarşafa geri mi dönelim?
Laikliğe son vererek, yeniden dini eğitime ve şeriata geri mi dönelim?
Bunları mı istiyorsunuz?
Evet, diyelim ki Mustafa Kemal ATATÜRK, şöyle veya böyle Dersim olaylarının içinde yer aldı.
Var mı itirazınız?(Alıntı)
|