CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün Dersim katliamı üzerine söylediklerinin partisi tarafından şiddetli bir tepki ile karşılanması, CHP’nin, dünü ve bugünü kavrama açısından ne kadar vahim bir noktada olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Diğer taraftan, iktidar partisinin bu olayı CHP’ye yüklenmek için iyi bir vesile olarak kullanması bir noktaya kadar anlaşılabilir. Zira, tarihle yüzleşmek, biraz böyle bir şeydir, yüzleşmeye siyasi gelişmeler ve çekişmeler vesile olur. Ben, ‘olayı tarafsız tarihçilere ve bilim adamlarına bırakalım’ görüşünde olanlardan değilim. Tarihi meseleler, aynı zamanda ‘siyasi’ ve bu anlamda ‘güncel’ meselelerdir ve tarihle yüzleşmeyi siyasetten bağımsız bir alan olarak tanımlamak doğru bir tavır değildir. Ama tabii ki, siyasi çekişme adına tarihsel olayları çarpıtmaktan söz etmiyorum, bu noktada objektif tarihçiliğin devreye girmesini bekleriz.
Sadece CHP?meselesi değil
Türkiye’de sorun, siyasi gelişme ve çekişmelerin tarih ile yüzleşmenin vesilesi olması değil. Siyasi çekişmenin, tarihle yüzleşmemenin vesilesi haline gelmesi ve tarihin siyasi çekişmenin sığ bir alanı haline dönüşmesi. Oysa, her şeyden önce, Dersim olayı, sadece ‘bir parti olarak CHP’ye ilişkin bir mesele değildir. Bu olayı, Atatürk’ün rolünü görmezden gelerek ve dahası ‘Kemalizm’i topyekün sorgulamaktan imtina ederek tartışmak mümkün değildir. Bugüne kadar ‘ulusal lideri’ her türlü sorgulamanın dışında tutma tavrı hâkim oldu.
Ancak, sadece bu değil. Diğer taraftan Kemalizm’e eleştirel yaklaşan sağ-muhafazakâr çevre de, kendi siyasi tercihleri doğrultusunda, tarihle yüzleşme konusunda kendi sansürlü alanını oluşturdu. Tam da bu nedenle Dersim konusunda, özellikle, o dönem Genelkurmay Başkanı olan ve harekâtı bizzat yöneten Mareşal Fevzi Çakmak’ın ismi hep geride tutuldu. Fevzi Çakmak, muhafazakâr sağ kesimin ‘kahraman’larından biridir. 10 Nisan 1950’de vefat ettiğinde cenazesinin büyük bir siyasi tepki ifadesi haline gelmesi, ‘irtica’ kelimesinin bir baskı aracı olarak siyasi dile yerleşmesine vesile olmuştu.
Olgun toplum özlemi
Celal Bayar isminin zaman zaman gündeme gelmesinin nedeni ise muhafazakâr çevrenin Celal Bayar’dan pek hazzetmemesidir. Muhafazakâr-sağ Kemalizm eleştirisi izleğini hiç sorgulamadan benimseyen liberal-demokrat tarihçilik için de aynı şey geçerli.
Bu sıradan bir siyasi kesimin tarihi kişiliklerin birini, diğerinin ise bir başkasını ‘kayırması’ meselesi değildir. Bu, Türkiye’de tarihle yüzleşme ve siyasi tartışmanın geldiği nokta ile doğrudan alakalı ve önemli bir meseledir. Zira, tarihle yüzleşmenin asıl amacı, sıradan bir bilgilenme değil, ‘toplumsal barışın temini’, daha ‘demokratik ve olgun bir toplum özlemi’dir. Bu yüzleşme ve tartışmayı doğru dürüst yapmaktan kaçındığımız sürece bir otoriter anlayıştan diğerine savrulmamız kaçınılmaz olur. İçinde bulunduğumuz durum tam da budur.
İki otoriter gelenek var
Yüzleşmemiz gereken en önemli gerçek, Türkiye’de sadece bir değil, iki köklü otoriter siyasal gelenek olduğudur. Bunlardan biri, CHP’nin temsil ettiği Kemalist söylem ve gelenek, diğeri ise buna karşı eleştirel tutum takınan sağ-muhafazakâr otoriter söylem ve gelenektir. Bugün birçok liberal-demokrat çevrenin sağ-muhafazakâr gelenekten Kemalizm’in otoriterliğine karşı, ‘demokrasi tarihi’ çıkarma çabası, tarihle yüzleşirken, otoriter siyaset süreci içinde sağ-muhafazakâr otoriterliğin rolünü görmezden gelme sonucuna varıyor.
‘Dersim’ iyi bir vesile
Birçok başka tarihsel olay gibi Dersim olayı da, bu tartışmayı yeniden başlatmak için çok iyi bir vesile. Dersim olayında, Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Fevzi Çakmak buluşması üzerinden filmi tekrar geriye sarmakta fayda var. O zaman göreceğiz ki, yakın tarihin karanlık yükünü CHP’ye veya hatta sadece Kemalizm’e yükleyerek gidilecek yol, sağ-muhafazakâr siyaseti temize çıkarmaktan öteye gitmez. Buradan öteye gitmeyen bir tutum ise tarih ile yüzleşmeyi sığ bir siyasi çekişmenin malzemesi yapmakla kalır. Ama daha önemlisi, Kemalist otoriter siyaseti sorgulamak adına, diğer otoriter siyaset geleneğini göz ardı etmek suretiyle bugünkü siyasi tabloyu hakkıyla değerlendirmemizi engeller. Bu önemli konuya bir sonraki yazıda devam etmek istiyorum.
|