9 yıllık AKP iktidarını destekleyen en önemli sivil toplum güçlerinden biri Fethullah Gülen cemaatiydi...
AKP’nin iktidar günlerinde “kurulu düzenin çok güçlü kurumlarıyla girdiği sert mücadelelerde” Fethullah Gülen cemaatinin yanında olması, kendisi için hep avantajdı ...
O kadar ki Tayyip Erdoğan referandum sonuçlarının açıklandığı gece, zafer konuşmasında “Okyanus ötesindeki dostlara teşekkürlerini” belirterek açık adres vermekten çekinmedi...
AKP’nin, iktidardaki mücadelelerinde müttefik olarak yanında Gülen cemaatini bulması, girdiği zor savaşlarda kendisini “emniyette” hissettiren nedenlerin en önemlilerinden biriydi...
***
Fethullah Gülen cemaati, güçlü bir cemaat...
Liderlerinin ağzından kamuoyuna karşı saldırgan olmayan bir üslup benimsemeleri, gazeteciler ve yazarlar vakfı üzerinden entellektüel dünyayla kurdukları iletişimleri, uluslararası alandaki etkinlikleri ve okullarından yetişmiş eğitimli uzmanlarla, şu anda ülkenin en etkin sosyal güçlerinden biri olarak kabul ediliyor...
Kendileri “siyasal güç olmadıklarını” söylediklerinden, siyasal güç sıfatını kullanmasam da, toplumsal alanın her boyutunda, ne kadar etkin olduklarını söylemeye hacet yok...
***
Son haftalarda kamuoyunda “laik olarak bilinen birçok yazar Fethullah Gülen ve cemaatine özel övgü dolu sözler sarfetmeye başlıyorlar...”
Bu yazarlar siyasi görüşlerinde büyük dönüşümler ve değişimler gösteren yazarlar değil sadece...
Ülkede bir dönem en etkin gazeteciler arasında sayılan isimler ve imzalar da Fethullah Gülen ve cemaati konusunda, çok pozitif ifadeler kullanmaktan çekinmiyorlar...
Bunu söylediğimde herkesin aklına “Fethullah Gülen’e, Türkiye’ye yaptıkları için teşekkür eden” Serdar Turgut geliyor...
Oysa bu bir algı yanılsaması...
Mesela Ertuğrul Özkök gibi, son yılların “iktidara muhalif olarak bilinen gazetecisi” de, Van depremi için yardımın toplandığı televizyon yayınlarında, kendi grubunun televizyonu olan Kanal D’nin ortak yaptığı yayına katılmak yerine, cemaatin yayın organı Samanyolu TV’nin yardım kampanyasına katılıyor ve telefonla yardımları alıyor...
***
Cemaatin gazeteci yazarlar üzerindeki etkisini göstermek baabında ilginç bir örnek bu...
Son günlerde aldığım haberler, Fethullah Gülen cemaatinin, kurulduğu günden bu yana destek verdiği AKP iktidarına yönelik desteğini kendi içinde “sorguladığını” söylüyor...
Cemaat, “Balyoz, Ergenekon gibi devam etmekte olan darbe iddialı davalarda siyasi iradenin geri adım atmaması gerektiğini düşünüyor ve katedilen yola devam edilmesi gerektiği” görüşünü taşıyor...
Son haftalarda başta Bülent Arınç olmak üzere bazı AKP’li yöneticiler ve bakanlar, davalardaki tutuklamalara açıktan karşı çıkıyorlar, tutukluların biran önce serbest bırakılmaları yolunda demeçler veriyorlar...
Fethullah Gülen cemaati sanıldığının aksine her zaman muhafazakar partilere kesin bir destek vermiş bir cemaat değil...
Necmettin Erbakan’ın, Fethullah Gülen ve cemaatinden hiçbir zaman destek almadığı ve bundan hep yakındığı bilinir...
Cemaatin bir dönem, kendisini düşman görmeyen Bülent Ecevit’in DSP’sini desteklediği ve iktidara gelmesine önayak olduğu yolunda bir şaiya vardır...
Bu da gerçek değildir...
Fethullah Gülen cemaati o günlerde ne DSP’ye ne de herhangi başka bir partiye, “belirli bir destek atmıyor ve kendisine yakın hissedenleri kendi kararlarında serbest bırakıyor...”
***
Refah Partisi’nin aksine AKP’yi başından beri desteklediği ise sır değil Cemaat’in...
Fakat son günlerde belirgin bir rahatsızlık var iki tarafta da...
Dün Tayyip Erdoğan’ı, Afrika Kıtası Müslüman Liderleri zirvesinin açılış konuşmasında izliyorum...
Suriye’ye, Filistin’e, “yapay ayrımlarla birbiriyle mücadeleye girdiğini” söylediği dünya Müslümanlarına yaptığı çağrılara bakıyorum...
Bir ara “Ülke dışında da ülke içinde de bu durum var” yollu bir ifade kullanıyor Başbakan...
Ülke dışındakini örneklerle sıralıyor...
Şii, Sünni ayrımı ve diğer ayrımlar...
Burası gayet açık...
Acaba ülke içinde kimden bahsediyor “Bölünen Müslümanlar derken Başbakan?..”
Bunun cevabını biliyorum ki açıktan hiçbir zaman söylemeyecek...
Politika bu, daha köprülerin altından kim bilir ne sular akacak?..
Dün itibariyle şunu söyleyebilirim...
Başbakan’ın ne kastettiğini biliyorum!..
*****
HANGİ BABA EVLADININ ÖLÜMÜNE KENDİNİ HAZIRLAYABİLİR?..
Yıllar yaşlandırmış onu...
Beyaz saçlı bir adam yapmış...
Hepimizin yavaş yavaş olduğu gibi...
Dostlarının kollarına yaslanmış yürürken gördüm dün onu...
Zar zor yürüyordu...
“Tarifsiz kederler içindeydi...”
Her tarafından acı ve keder fışkırıyordu...
21 yaşındaki evladını aniden kaybetmiş, kendine gelememişti...
Gözleri doluyor, metanetini korumaya çalışırken ne yapacağını bilememenin çaresizliğinde dudaklarını ısırıyordu...
Arkadaşları, dostları, çevresi, düşmanları, bütün bir ülke ve hatta yerküre, “bir sosyalisti, devrimciyi, ‘burjuva kültürünün güçsüzlüğü ve çaresizliği içinde’ koyvermiş görmesin” diye kendini alabildiğine sıkıyordu...
Metanetli görünecek yıkılmamış ve ayakta hissettirecekti...
Çaresiz görünmeyecekti...
“Devrimci ahlak” böyle gerektirirdi...
Oysa içi ve her yanı kan ağlıyordu...
Görüyordum bunu, o ısırdığı dudaklardan, o kederli gözlerden, o kelimelerin dökülemediği dudaklarından...
***
Hiçbir sosyalist ve devrimci gibi, zamansız ölüm sırasının kendisinden önce çocuğunu vuracağını aklına getirmemişti...
Ölüm varsa ölümlere meydan okuyan kendilerine çevrili namluların arasından yiğitçe geçmesini bilen kendi kuşağı geçecekti...
Rahmi Saltuk kim bilir kaç kez ölümü düşünmüştü?..
Öldüğünde, iki çocuğu nasıl yaşarlar, nasıl büyürler diye aklından kim bilir kaç kez geçirmişti?..
Zamansız ölümüne üzülmezdi, ona hazırlamıştı kendisini...
Oysa 21 yaşındaki Baran’ın ölümüne...
Hangi baba evladının ölümüne kendini hazırlayabilir ki?..
***
Ne kadar da temiz konuştu Baran’ın arkadaşı olan TKP’li genç mikrofonlara...
Nasıl duyarlı, ne kadar derin, nasıl ince, ne kadar da reklamdan, promosyondan, propagandadan uzak, mazbut bir konuşma yaptı?..
Sosyalist babanın, sosyalist çocuğu...
Kendi ölümüne ne kadar da yakındı Rahmi Saltuk bir zamanlar...
Dün cenazede bir zamanlar ölümle yıllarca vals yapan eski tüfekler toplanmışlardı...
Aralarından biri ölse bu kadar hazırlıksız yakalanmayacaklardı...
Ölüm en hazır olunmayan zamanda en hazır olmayan kişiyi alıverdi onların hayatından...
Ölümlere meydan okuyanları ölüm altedemedi, evlatlarını etti...
En şangırtılı günlerimde konuşmaktan ve sevmekten vazgeçmediğim, bir dost sanatçıydı o...
En umutsuz günlerimde, sazından çıkan bir marş, bir türküyle güller açardı içimde...
Ne kırılacak bir zincir var şimdi...
Ne de söylenecek bir Venceremos türküsü...
Sevgili dost...
Yine de “Terketmesin sevdan seni...”
|