Arkadaşımız Mine Şenocaklı’nın dünkü “İki taraf da birlikte silah bırakmalı” başlıklı yazısını okumadan önce, “Hangi PKK’lı demiş bu sözleri” diye meraklandım.
Söyleşiyi okumaya başlayınca merakım üzüntüye ve öfkeye dönüştü.
Çünkü PKK’nın ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aynı anda silah bırakmasını öneren kişi bir PKK ya da BDP yöneticisi değil, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş‘ti...
“Mesele onur, gurur meselesi değil. Eğer çözüm istiyorsak, ‘Önce PKK silah bıraksın’ demek yanlış. Her iki taraf da birlikte, ön koşulsuz silah bırakmalı” diyordu.
***
Sen; Mine‘nin deyişiyle 41 yıl istihbarat teşkilatında çalışacaksın...
Diyarbakır’da üç yıl gözüne uyku girmeden (nasıl oluyorsa) görev yapacaksın...
Sonra da çıkıp tüm dünyanın kabul ettiği Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri’ni, terör örgütü ile bir görüp, “Onur, gurur meselesi yapmaya gerek yok, silahları aynı anda bıraksınlar” diyeceksin...
Bunu da “çocukların ölmemesi için çözüm” olarak sunacaksın, duygusal yürekleri etkilemeye kalkacaksın!
***
Olur beyim, emrin olur...
Hatta silah bırakmak yetmez, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni toptan terhis edelim; onun yerine dağdaki eşkıyanın omzuna apolet takalım!
O da yetmez; hepsini maaşa bağlayalım...
Ve bugüne kadar işledikleri cinayetler icin göğüslerinin sol yanına madalya konduralım...
Öldürdükleri her asker, polis, korucu ve vatandaş için bir madalya!
En çok öldüreni ya da ölüm emri vereni de Genelkurmay Başkanı’nın koltuğuna oturtalım...
Ve... Resmi dairelerden Atatürk’ün fotoğraflarını indirip, yerine Apo’nunkileri asalım!
Yeter ki “silahlar sussun”, yeter ki “çocuklar ölmesin”; değil mi ama!
***
Kan üzerinden siyaset yapacak en son kişi benim...
Ve bu şiddetin sona ermesi için, geliştirilecek her akılcı önerinin hayata geçirilmesi için nefer olmaya hazırım.
Ama; “Türk Silahlı Kuvvetleri silah bıraksın” demek, katile paye vermektir...
Sizin benim ödediğimiz vergilerden 41 yıl boyunca maaş almış, devletin gizli haber alma servisinin en üst kademelerine gelmiş Cevat Öneş’e soruyorum:
Ananı, babanı, kardeşlerini öldürseler... Ve aileni tek tek katletmeye devam etseler...
Polise de “Silah bırakın, yeter ki ölümler dursun” der misin?
Hiç kıvırma Cevat Bey:
Oğlunun, kızının katillerinin; devletin silahlı gücüyle aynı masaya oturup pazarlık yapması, yüreğini kanatır mı, kanatmaz mı onu söyle?
***
Cevat Öneş‘in bu son açıklamasını, yakalandığı amansız meslek hastalığına bağlıyorum:
Örneğin bizim meslekte; birkaç yıl polis muhabirliği yapan bazı arkadaşlar, kendilerini polis sanmaya, ellerine telsizi alıp sağa sola talimat vermeye başlar...
Ya da kimi spor yazarları, futbolcu transfer etmeye, takım kurmaya kalkışır...
Anlaşılan PKK’nın peşinde geçen onca yıl da Cevat Öneş’e yaramamış...
Baksanıza; PKK ağzıyla konuşuyor!
Ne diyeyim; bizim böyle “dost”larımız oldukça, PKK‘ya falan gerek yok!
*****
NAMAZ
Meclis‘te iki mescit var... Bu mescitler, namaz vakitlerinde genellikle boş oluyor.
Ama bazı milletvekilleri, o mescitleri kullanmak yerine Genel Kurul Salonu‘ndaki Başkanlık Kürsüsü‘nün arkasında bulunan divan üyelerinin soyunma kabinlerini abdest almak ve namaz kılmak için kullanmaya başlamış!
Meclis Başkanı Cemil Çiçek de “Olur mu öyle şey” diye tepki göstermiş...
Olur Sayın Başkan...
Gerçi ibadet gizlidir ama; o zaman kim görecek ve takdir edecek?
Genel Kurul salonuna seccade yayıp namaz kılmadıklarına dua edin!
*****
GÜNÜN SORUSU
Uğur Dündar ve ailesi hafta sonunda, hem de İstanbul Emniyet Müdürlüğü‘ne birkaç yüz metre mesafede inanılmaz bir trafik terörünün kurbanı oluyordu. O saatte, orada ne aradığı bilinmeyen bir kamyon, Dündar‘ın kullandığı arabaya arkadan vurdu...
Bu terörün bitmesi için ille de Uğur abiyi ve ailesini kaybetmemiz mi gerekiyor?
*****
İran tehditler savuruyor, bizden kimse umursamıyor!
Olur olmaz nedenler yüzünden Suriye‘yle, Libya‘yla, Yunanistan‘la, Kıbrıs Rum Kesimi‘yle, İsrail‘le “savaşın eşiğine” geldik ama... Önce Cumhurbaşkanı‘nın, dün de dini lideri Ayetullah Ali Hamaney‘in ağzıyla Türkiye‘ye tehditler savuran İran‘ın söylediklerini ne hikmetse bir türlü duymuyoruz!
Anlıyorum, Başbakan‘ın acısı var; iyi de Dışişleri dilini mi yuttu?
Hamaney‘in askeri danışmanı Orgeneral Yahya Rahim Safevi, dün Türkiye‘nin NATO füze kalkanı ve Suriye konusunda izlediği politikalardan vazgeçmesi gerektiğini belirterek, aksi halde sonuçlarına katlanmamız gerektiğini buyurmuş...
Bak, bak, bak!
Bütün çağdaş ve bağımsız devletler böyle bir tehdidi, sahibinin ağzına tıkar...
Ama dört bir yana savaş tehdidi savuran Dışişleri Bakanı, kendi ülkesine yönelik bu ciddi tehdidi resmen yok sayıyor...
O yok saydıkça da İran yönetimi, terbiyeyi her geçen gün biraz daha fazla elden bırakıyor, esip gürlüyor!
Tamam; İran‘la dostluğumuzu (!) sürdürmeye çalışıyoruz da... O zaman çıkın, adamların rahatsızlığını giderin.
Gideremiyorsanız, ona göre tavır alın...
Ulusal onurumuzu ayaklar altında ezdirmeyin!
|