Dün ODA TV’yi takip edenler öğlen saatlerinden akşam yediye kadar ‘yorumların’ girilmediğini fark etmiştir, telaşla yorumlara bakan ‘Mümtaz ağbinin başına bir şey gelmesin..’ diye aradım, ‘yok yok, annemdeyim, hastalık işleri…’. ‘Boşluk olunca insanın ödü kopuyor Mümtaz ağbi’ deyip telefonu kapattım, korktuğum ertesi sabah başımıza geldi.
Korkmadığımız tek gün var mı, şu Doğan (Yurdakul) ağbi mesela, yakından tanıma şansınız olsaydı, Barış Terkoğlu, Doğan ağbi, Mümtaz ağbi.. İnsan birebir tanıyınca ne denli acımasız bir facia yaşandığına şahit oluyorsunuz.. İşte Engin ağbi (Aydın), Ergenekon’dan içeri alındı çıktı, kanser hastası, geçen hafta defnettik.. Engin ağbiyi Ankara’da tanımayan mı var, meşhur Körfez Lokantası’nın sosyal demokrat ekibinden. Yüzlerce iftirayı okuyor gülüyorsun ama asıl bu insanların yirmi otuz yıllarına şahit olunca bitmeyen komedi o zaman başlıyor..
Mümtaz ağbi mesela, kitap okumaktan başka hastalığı olmayan çok tuhaf bir entelektüel, hani eski kitapların arasında unutulmuş ‘ayraç’lar vardır, uyandırmasan o kitabın arasında ayraç gibi dört beş sene kalır, öyle sessiz kitapların arasında hayatı geçti.. Hastalıktan çıktı çıkmadı belli değil kırk kilolara kadar düştü, bir sonbahar yaprağı dahi Mümtaz ağbiden güçlüdür, çok güçlü Ruscası Fransızcası olduğu için ne çok şeyi ona sordum.. Mümtaz ağbi, hani yolda yürürken durursunuz yanınızda da gözünüzün takılmadığı bir ağaç vardır, öyle durur, arkadaşlığımız böyle bir şey, yan yana dururuz öyle..
Hangisini anlatsak, mesela Barış Terkoğlu, bu insanları tutuklayanlara şunu sormak istiyorum, geçin şunu bunu Ergenekon’u, siz ömrü hayatınızda Barış Terkoğlu kadar tertemiz pırıl pırıl bir idealist genç tanıdınız mı, gördünüz mü, yanından geçtiniz mi? Ya da işte Nedim Şener.. Herkes susarken attı kendini ortaya.. Boyu posu yerinde, büyük gazetelerde de çalışıyor, oh keyfim yerinde, pekala ‘sallama’ gazetecilerden olamaz mıydı, dayanamadı girdi belgelerin altına.. Şimdi cezalandırılıyor..
KENDİ MEZARLARINI KAZAR GİBİ BU YALANLARIN ÜSTÜNE ATLADILAR..
Bu genç gazeteciler bu toprağın ‘onuru’ hem ‘güzelliği’…Artık onları koklayıp onları düşünüp onlara titreyerek yaşayacağız..
Üstelik bize ne Ergenekon’dan… Gülüp geçeriz umursamaz geçeriz, kim ne diyebilir bu çocuklara, bize.. Gazetecilik yazarlık yapacak yer mi yok konu mu yok, niye düştük bu Ergenekon’un peşine.. İşte Hrant, yediğimiz içtiğimiz arkadaşımız, gördünüz işte.. Susmalı mıydı Nedim.. Haksızlıklar gördü, iftiralar yalanlar gördü.. Ve kendi mezarlarını kazar gibi bu yalanların üstüne atladılar..
Ve başardılar.. Bugün artık ‘Ergenekon iddialarının’ baştan sona yalan olduğu bu gözdağı sindirme tutuklamalarıyla ortaya çıktı.. Bu ‘yalanın’ ortaya çıkabilmesi için bu genç insanların sıfır imkanlarla kendi başlarına ve tek başlarına kendilerini ateşe atması gerekiyormuş..
Nedim neyi yazdı ODA TV neyi yayınladı, korktukları bunlardı ve yayınlananlar artık gün ışığında ortadadır..
Gördük ki Ergenekon iddiasını ortaya atanlar işte bu ‘gerçeklerden’ ölümüne bir telaşla korkup saldırıya geçti.. Değil ODA TV ve Nedim Şener, hiç ihtimal olmayan insanların dahi aman bir şey olabilir mi korkusuyla evleri didik didik ediliyor..
Aranan aslında Ergenekoncular değil, gerçekte aranan Ergenekon iddialarının sahteliğini ortaya çıkartan belgeler..
Ergenekon iftiraları bu gazeteciler tarafından ‘yalanlandı’ ve iddianame kökünden ‘sarsıldı..’.. Artık ölsek tutuklansak ne, işte bu toprağın bir avuç adamı kendi bedenlerini kurban ederek bunu başardılar..
Biz ‘maymunlar’ ise oturup seyrettik işte.. ‘Ya korkmuyor musun, ya seni de alırlar, ya çok konuşma’ gibi etraftan kalabalıklar bağırırken, onlar ‘çok konuştu..’ ve Türkiye halkına en zor günde en zalim iktidarlara karşı ‘gerçekleri’ açığa çıkardılar..
Bu genç idealist insanlarla ne kadar övünsek, azdır. Milyar dolar sahipleri sustu, en süslü şatafatlı TV’ler sustu, sivil dernek partiler işte cürmü kadar yer yaktı ama bu genç gazeteciler, Türkiye’nin başına bela olmuş devasa bir iddianamenin tam karşısında göğüslerini siper ettiler..
NE Mİ YAPMALIYIZ ARTIK?
ODA TV ve Nedim Şener ve benzeri gazeteciler görevlerini yapmış ve başarmıştır..
Yani ‘bizden buraya kadar’, bundan sonrası ‘sosyal haklarını’ kullanması gereken partililere ve sivil kurumlara düşer..
Doktorlara avukatlara taksi şoförlerine ve siyasi derneklere…
Mesela bir ‘doktor’ bu denli ‘kıyıcı’ ‘zalim’ uygulamalar karşısında ‘grev’ hakkını kullanmıyorsa o doktorun kurtarabileceği bir hasta olduğuna inanmıyorum..
Mesela bir ‘avukat’ bu denli vahşi hukuk dışı işlemler karşısında cüppesini çıkartmıyorsa o avukatın bir insan hakkını savunabileceğine kimse inanmıyor..
CHP, MHP ve diğerleri..Türkiye’de sosyal haklarını bu acımasız saldırılar karşısında kullanmaktan başka Türkiye’nin şansı kalmamıştır..
Doğrusu iki partilinin ekranlarda öfkeli açıklamaları bu saatten sonra kimsenin karnını doyurmaz..
Siyasi ve sivil kurumlar Cumhuriyet tarihinin en büyük iş bırakma eylemlerini topluca yerine getirmedikten sonra hiç kimse özgürlüklerden ‘zırnık’ bahsedemeyeceği bir karanlık içine işte işgal gibi girdi, giriyor..
Asıl şunları söylemek isterim, bir yazar, hayatında üç şeyle hesabını çoktan tamamlamış olmalı, birincisi ‘eserdir’, eseri olmayan insanların kendilerine güveni yoktur ve küçücük makam ve unvanlar için her türlü fırsatçılığı yapar susarlar..
İkincisi, ölümdür, her insan ailesinden yakınlarından mutlaka ölümü görmüştür, ama bir yazar ölüm muhasebesini çoktan tamamlanmış bitirmiş ve artık eyvallahsız olmak zorunda, ölüm korkusu taşıyan, tehditlere çok kolay baş eğer ve çaktırmadan bir kenara siner, kaybettirir kendini..
Üçüncüsü para.. Bir ‘yazar’ parayla sorunlarını hesaplaşmasını tamamlamadan ‘yazar’ olmasın, çünkü birileri ona ‘para’ vererek istediği gibi susturur, yönlendirir…
Eser, ölüm ve para.. Bunlarla hesaplaşmamış insanlar ‘yazar’ olamaz. Olursa işte böyle olur, ‘cemaat gazetelerinde’ solcu sosu olurlar, patron gazetelerinde dümene göre konuşurlar..
Bu genç insanlar ülkemizin tertemiz insanlarına atılan iftiralara göğüs gerdiler, çünkü, kendilerine güvenleri tamdı, bu yüzden ciddi eserler verdiler, veriyorlardı.. Ölümle ve parayla hesaplarını bitirmişlerdi…
Türkiye bu belayı üstünden atabilirse, ülkemiz siyasi ve sivil kurumları ve eğitim sisteminin ve edebiyatın ilk yapması gereken, esersiz insanların canlı mayından daha tehlikeli olduğunu bilmeli. Ölümle derdi olan yazarların nükleer felaketten beter olduğunu çok iyi anlamalı.. Ve hala paraya sulananların kitleleri soykırımdan geçirmekle aynı anlama geldiğini iman gibi kabul etmeli.. Ve bu zaafları taşıyan insanların asla yazar gazeteci olmamalarını sağlayacak bir ‘ahlak eğitimi’ni baştan sona hayatın en temel değeri olarak kurumsallaştırmalı..
Eser, ölüm ve para gibi kişisel sorunlarını çözememiş insanlar, yeryüzünün gelmiş geçmiş insanlık tarihinin en soylu erdemi ‘bağımsız olamaz..’..
Esersiz ölümden korkan ve paradan vazgeçemeyen insanlar, ‘maymundur’…
Bakalım akşama ekranlarda esersiz insanlar bu sefer hangi maymunlukları yapacak, seyredeceğiz…
Anadolu halkı bin yıllık tarihi içinde Timur’u Haçlılar’ı İngilizler’i, Ruslar’ı Yunanlılar’ı kabul etmedi püskürttü ve kustu, bugün de Anadolu halkı Amerikan işbirlikçilerini teşhis etti nasıl kovulacaklarını hep birlikte göreceğiz..
Ölürsek de endişeye mahal yok, çünkü ahrette zaman yok, yakalarına ebediyen yapışacağız..
Nihat Genç
|