Türkiye’yi tanımlarken, “1 yıl, 5 yıl veya 10 yıl öncesinin Türkiye’si değil” demek artık yeterli değildir. Bazen bir hafta öncesinin Türkiye’si bile olmadığımız müthiş değişim anları geliyor. Nitekim bugün öyledir... Türkiye, 10 yıl öncesinin de üç gün öncesinin de Türkiye’si değil...
Bu ülke, yorulmadan, üşenmeden ve en önemlisi de yetinmeden değişiyor. Hiçbir ayrıntıyı ihmal etmiyor.
Türkiye’yi üç gün öncesinden farklı kılan şey; yani 27 Nisan bildirisinin Genelkurmay Başkanlığı’nın sitesinden kaldırılması hem sembolik hem de içerik olarak değerli bir karardır.
Daha 28 Nisan 2007 sabahından beri eğreti, yakışıksız ve değersiz bir açıklama olarak o sitede yer alan bildirinin kaldırılması gecikmiştir bile.
Adını da koyalım... 27 Nisan bildirisi, TSK tarihinin hiç şüphesiz en zavallı efelenmesi olarak kayıtlara geçmiştir. Zira, hem ertesi gün cevabını almış, hem de bildirinin olmasını istemediği ne varsa kısa süre içinde olmuştur.
Bir başka ifadeyle o bildiri Türk demokrasisinde son dönem yaşanan gelişmelerin tersinden okunmasının bulunmaz bir belgesidir.
Peki, Türkiye’nin yürümekte olduğu istikameti, üzerine bindiği değişim dalgasını ve coşkulu demokratikleşme yürüyüşünü tersinden okuyan sadece askerler mi oldu? Öyle olmadığını biliyoruz...
Siyaset de, medya da, iş dünyası da yanlış okudu.
Gazetelerin manşetleri, siyasetçilerin açıklamaları, iş dünyasının postal karşısında geleneksel vaziyet alışı unutulamaz.
Evet, 27 Nisan bildirisinin kalkması gerekli ve doğru bir karardır.
Evet, bugün kimse o bildirinin kalkmasına karşı tek kelime edemiyor, kalkmasını benimsiyor; ya da en azından benimsemiş görünüyor.
Evet, o bildirinin kalkmasıyla o tür bildirilerin geleneğinin sonu da gelmiştir...
Ama unutmayalım ki 27 Nisan 2007 gecesi, sabahı, ertesi günü ve ertesi haftalarında bugün aramızda “saygın” gazeteci, siyasetçi, işadamı, sivil toplum yöneticisi vs. kimlikleriyle dolaşan birçok kişi e-bildiriyi alkışlamıştı. Desteklemişti ve gerekli bulmuştu. Tam da o bildiride tarif edilen Cumhurbaşkanı kimliğinin Çankaya’ya çıkmaması için seferber olmuş; partilerini, gazetelerini, televizyonlarını, şirketlerini, derneklerini askerin arzu ettiği istikamette koşturmuştu.
Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür... Ama daha dumanı üzerinde tutan çelişkileri fark etmeyecek kadar naifi de fazla herhalde.
Şimdi aynı kişiler, kurumlar, dernekler bu kez de bildirinin kaldırılmasına alkış tutuyorlar. Tıpkı daha önce AK Parti’nin kapatılmasına destek verip olmayınca Anayasa Mahkemesi kararına boyun eğmeleri gibi. 12 Eylül referandumuna karşı ölesiye çalışıp referandum geçince kendilerini demokrasi lokomotifine zor bela atmaları gibi...
Velhasılı, hayatlarını askeri vesayete bağlayıp işler sarpa sarınca apar topar sivilleşmeleri gibi...
Bütün bunları, yüzsüzlükleri, çelişkileri veya sahte kimlikleri yüzlerine vurmak için hatırlatmıyorum. Maksadım, fırsat bulurlarsa yine eskisi gibi olmaktan çekinmeyeceklerini hatırlatmak da değildir. Hala aramızda nasıl “saygın” siyasetçi, gazeteci, işadamı vs. olarak gezinmelerini de umursamıyorum.
Değişim süreçlerinin tabiatına kimse direnemez, zaman onları zaten tasfiye edecektir. Bütün tezleri yalanlanan, bütün iddiaları çöken grup ne kadar cilalansa da ayakta kalamaz.
Mesele başka...
“Değişim”i anlatan sadece o bildirinin siteden kalkması değildir. Aynı zamanda ve daha önemli olarak bugün artık hiç kimsenin o bildiri mantığıyla siyaset yapamaz hale gelmesidir. Bunun artık, utanılacak bir siyasi pozisyon olmasıdır. Bildiriye hakim olan irtica, rejim korkusu, laikçilik vs. gibi kavramların tarihin çöp sepetine atılmış olmasıdır. Derinlemesine, kavramlarıyla, bütün unsurlarıyla nüfuz eden bir süreç...
27 Nisan o gün makul ve mantıklı bir bildiriymiş gibi savunulabiliyordu, bugün ise bunu yapmak ayıp sayılıyor.
Mesele budur...
|