DİKTATÖRLÜĞÜNÜ ilan eden İngiltere Kralı 1. Charles 1649’da idam ediliyor. İngiltere ancak ondan sonra demokrasiye geçiyor.
Almanya’da Bismarck 1871’de Alman birliğini sağlıyor, seçilerek iktidara geliyor. Geldikten sonra ilk icraat olarak 150 gazeteyi kapatıyor, basına uyguladığı sansür değme örneklerden biri. Vebadan ölüyor.
Fransa’da Louis Napolyon yüzde 75 oy alarak iktidara geliyor. Kendisinin en büyük destekçilerinden biri, dünya edebiyatına damgasını vurmuş olan Victor Hugo. Hugo ile dönemin liberalleri destekçiler arasında. Louis Napolyon iktidarının dördüncü yılında anayasa değişikliğine gidiyor, yüzde 90’a yakın çoğunlukla kabul edilen yeni anayasa ile birlikte diktatörlüğünü ilan ediyor. Yasa yapma yetkisini bile tekeline alıyor. Victor Hugo ve destekçi liberaller diktatöre bayrak açıyor ama, artık çok geç.
Mussolini, Hitler, Franco, Salazar hepsi aynı yolun yolcusu. Demokrasiden yararlanarak iktidara oturan, ardından diktatörlüklerini ilan eden gafiller. İkisinin sonu hazin. Ya intihar ya da ayaklarından asılarak, yollarda sürüklenmek. Çok azı paçayı kurtarıyor, yatağında geberiyor.
Hepsinin ortak hedefi var; Basını kelepçelemek.
ATİNA VE ROMA
Seçimle iktidara geldikten sonra diktatörlük hevesleri eski Roma ve Atina’ya kadar uzanıyor. İki tipik örnek, Sezar ve Perikles.
Eski Atina ve Roma’nın siyasal tarihi seçilmiş diktatörlerle dolu. Roma ve Atina’da yıkılan demokrasilerin yeniden kuruluşu için dünyanın 1750 yıl beklemesi gerekiyor, Amerika’nın Bağımsızlık Bildirgesi ile birlikte kurulan Cumhuriyet’e kadar.
Arada darbeci generaller eksik değil. Güney Amerika’da,Yunanistan’da ve bizde. Ama, onlar seçimle gelenler değil, tersine seçimle gelenleri aşağı indirenler ve doğrudan dikta yönetimi kuranlar.
Demokrasiden diktatörlüğe sapmak insanlık tarihinin örneklerini her ülkede gördüğü hastalıklardan biri. Sonu hazin bitse de, insan oğlunun hırsları bitmiyor.
SADDAM VE KADDAFİ
Dünkü Hürriyet’te Libya’nın devrik diktatörü Kaddafi’nin elli odalı sığınağına ilişkin haber var. O haberi okuyunca, Saddam’ı hatırlıyorum.
İkisi de, iktidarı darbeyle ele geçiriyor. Önceki yönetimlere demokrasi demek, zorlayıcı olur.
Onca şaşaalı hayata rağmen, ikisinin de nasıl korku içinde yaşadığı yaptırdıkları sığınıklardan belli. Diktatör ama, kendini korumak ihtiyacı her şeyin üstünde.
Hatırlarsınız, Saddam sonunda yealtında bir hücrede yakalanıyor. Canlı olarak ele geçerse, Kaddafi’nin sonu da ondan farklı olmayacak gibi.
Diktatörler böyle. İktidarları boyunca kimseye göz açtırmıyor, her türlü yetkiyi elinde topluyor, asıyor, kesiyor ama içindeki korkuyu bir türlü yenemiyor. O korkuyla yaşadıkları saraylar, onlara cehennem gibi.
Sonları hep aynı. Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve yakında muhtemelen Suriye. Ya mahkeme ya sürgün ya intihar ya idam.
Hep ve her şeyden korkarak, bu arada her türlü insan haklarını ve hukuku yerle bir ederek ülke yönetmek nasıl bir akıl?
Bizlerin bilmediği bir akıl. Tarih boyunca kendinden öncekilerin sonlarını bilseler bile, hırslarına yenilenler her zaman olacak.
Onur Öymen’den harika bir kitap
DIŞİŞLERİ’nin emekli müsteşarlarından, CHP’nin eski milletvekili ve yöneticilerinden Onur Öymen bir kitap yazmış.
“Demokrasiden Diktatörlüğe, İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler” başlığını taşıyan kitap, örnek bir siyasal tarih çalışması. Tatilde bir nefeste okuduğum kitaplardan biri, bir başvuru kitabı.
Üç dilde (Türkçe, İngilizce, Fransızca) geniş bibliyografyası ile Atina ve Roma’dan hareketle günümüze kadar Avrupa’da ve Amerika’da tarih boyunca demokrasileri ve diktatörlükleri inceliyor.
Ardından Osmanlı dönemini ele alıyor, günümüze ışık tutuyor. Bu açıdan bakıldığında, dünya tarihinde pek çok bilinmedik ayrıntıların yer aldığı kitap zevkli ve bilgilendirici.
Ben de yukarıdaki yazıyı yazarken, o kitaptan yararlanıyorum. Masa üstünde bulunması gereken kaynak kitap.
Onur Öymen’i kutluyorum.
Önce aile içinde barış
1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle dünyadaki çatışmalar, silah satışlarındaki artışlar, bunlara ilişkin istatistikler dün ön planda geliyor.
Bizde de, PKK terörü nedeniyle otuz yıldır süren çatışma ülke içindeki barışa gölge düşürüyor. Herkes bundan söz ediyor.
Oysa, bir de aile içindeki barış var. Bizde asıl eksik olan o. Sadece bir ilimizde, bir ayda kadına dönük tam 127 şiddet olayı var. Kadınları dövmek, çeşitli eziyetlerde bulunmak, hatta öldürmek.
Dünya Barış Günü olmasına gerek yok, bu olaylar çok yazılıp çiziliyor, TV’lerde çok sık anlatılıyor, hükümet üzerinde duruyor ama, önü bir türlü alınamıyor.
Şiddet toplumunu gösteren en çarpıcı örnek aile içi şiddet olsa gerek. Aile içinde barış olmadan ülkede “Barış Günü” kutlamak, protokolden ibaret.
|