Kimlere kimlere açılan cezaevi çıkış kapısı bir ona açılmadı 30 yıldır. Tahir Canan, Türkiye’nin bugün bilinen en uzun süreli mahpusu. Canan 12 Eylül faşizmi tarafından yargılandı, doğru… Biz 12 Eylül anayasasından kurtulmaktan, yeni anayasa çalışmalarından falan bahsediyoruz şu günlerde. En azından samimi olabilmek adına sormamız şart: 12 Eylül faşizmiyle yüzleşeceksek(!) Tahir Canan neden hala içeride?
Cezaevlerindeki hayatların yanında, cezaevi kapısının öte yanında yaşanan hayatlar var bir de… Tahir Canan’ın eşi Gülnigar Canan, babası cezaevine girdiğinde henüz iki yaşında olan İlhan Canan ve babasını henüz cezaevi parmaklıkları dışında görememiş olan en küçük oğlu İmran Canan’la sohbet ettik. 30 yıllık sürecin içeridekilerle birlikte “dışarıdakilere” de neler yaşattığını anlayabilmek için…
-Eşiniz ilk olarak 1978’te gözaltına alınıyor… Ya sonra?
Gülnigar Canan: Gözaltına alınma sebebi ailece yaşadıkları Gaziantep’te sağ görüşlü olduğu söylenen iki kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulması. Yani tamamı ile bir zan ve birilerinin ifadesi sonucu gözaltına alınıyor. Adana Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanıyor. Eşimin o zaman da, daha sonraları da söylediği “ben yapmadım” ifadesine asla inanılmıyor. Üzerine 12 Eylülle birlikte gözaltına alınanlardan biri, “Ben yaptım. Örgütsel olarak cezalandırdık. İhbarcıydı.” gibi söylemler de bulunuyor. Aynı cezaya çarptırılıyor; fakat söyleyen kişi mahkemede “Ben işkence altındaydım.” diyor. Ama aynı cezaya eşim de, bu ifadeyi veren şahıs da çarptırılıyor ve Gaziantep Cezaevi’nde yatıyorlar. 1991 yılında çıkartılan “şartlı tahliye yasası” ile eşim dışarı çıkıyor. Dışarıdaki süreci yaşarken 1993 yılında aile ziyaretine giderken Malatya-Adıyaman arasında OHAL bölgesinde kimlik kontrolü sırasında indiriliyor ve tekrardan tutukluluk süreci başlıyor. Hiçbir söylediğine inanılmıyor. Üzerinde taşıdığı kimliğine bile. Aileye ait taşıdığı kimliklere de örgütsel doküman muamelesi yapılıyor. Böyle bir süreç yeniden başlıyor işte...
İlhan Canan: Bu süreç kesinlikle hukuksuz işlemiş bir süreç. Olaylar ve örgüler öyle gelişmiş, sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemlerinde üzerine atılan suçlar öyle kalmış ve yatırılmış. Bununla ilgili hiçbir inceleme süreci yok. Böyle bir süreçte Başbakanlık İnsan Hakları Komisyonu, Cumhurbaşkanlığı ve iktidar olan partilerin bu konularda kendilerine bir sorumluluk biçemiyor olmaları da garip. En son Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na verdiğimiz dilekçeye gelen cevap bu minvalde. “Konusu itibariyle kapsamımıza girmiyor ama bununla ilgili AİHM’ye veya diğer yargı yollarına başvurabilirsiniz” deniyor. Herhalde bizi yönetenlerin idrak edemediği bir şey var: Biz zaten yargı yoluyla bu işi çözemiyoruz. Yargı burada siyasi karar veriyor. Zaten çözülmesi gereken şey bu...
G.C. : Mesela kendisine, olay yeri gibi herhangi bir şey yapılmamış. Hukukçular daha iyi bilir, bir cinayetle suçlamak için veya “bu cinayettir” demek için mutlaka delillendirme, donelendirme işlemi olması gerekiyor. Eşim bunların hiçbirinin yapılmadığını, gözaltına alındıktan sonra otomatik olarak yapmış gibi bir süreç işletildiğini söylüyor. İkinci alınmasında da aynı şekilde… 1994’te kararı kesinleştirdiler. 12,5 yıl tekrardan ceza verdiler. Geçmişte verdikleri 36 yıldan kalan süreyi de yatırmak üzere başlandı. 2003 yılında 4959 ve 4616 sayılı kanunlarla değişik kapsamlarla örgüt üyeliği suç kapsamından çıkartıldı. “Eve dönüş” denildi, başka şey denildi ama sonuçta yasa isimleri herkes tarafından malumdu. Son yargılandığı yer Malatya DGM 2003’te “Bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmıştır. Suç unsuru yoktur” diye bir karar veriyor. Fakat altına “tahliye” kelimesini yazmadığı için Gebze Cezaevi-orada yatıyordu o zamanlar-dosyayı Gaziantep’e gönderiyor tekrardan. Gaziantep de “Hayır. Bu karar verilse bile suçludur. Yatmaya devam edecektir.” diyor. Yani 30 yıl 4 aydır çabalarımız sürekli hukukun etrafında dönme şeklinde.
-Hangi cezaevlerinde kaldı bu süreç boyunca?
G.C. : Gözaltına alındığı yer Gaziantep. O zaman Sıkıyönetim Komutanlığı’nın kapsamına girdiği için Adana Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandı. Sonra tutuklu ve hükümlülüklerini birlikte söylersek; Adana, Mardin, Gaziantep, tekrar Gaziantep ve sonra Gaziantep’ten tahliye… Sonra 1993’te alındığında da Malatya, ardından hükmü onaylanmadan Çankırı Cezaevi’ne sürgün... Orada kırk gün kadar girdiği ölüm orucu sonucunda Çanakkale Cezaevi’ne nakli gerçekleşti. 1995 yılını orada geçirdi. Daha sonra Gebze Cezaevi’ne naklini istedi ve 1996 Mayısından itibaren orada yattı. Ta ki cezaevlerindeki “hayata dönüş” dedikleri operasyonlar onlara da yapılana kadar. Bu süreçte yasalar değişti, eşimi de kapsayan birçok yasa çıktı ama karar alındığı halde çıkan yasaların kapsamına girdirilmedi. Hâlbuki birçok insan başvuruda bulunmasına bile gerek kalmadan girdi yasaların kapsamına. 2003’ten sonra da biz tahliyesini beklerken Bandırma Cezaevi’ne nakledildi. 2003Aralığından beri de Bandırma M Tipi Cezaevi’nde yatmaya devam ediyor.
\'DEVLET, BABAMIZI YANIMIZDA TUTMADI\'
-Sizin için nasıldı bu 30 yıl? Neredeyse yaşadığınız sürenin tamamı demek bu süre. Nasıl geçti bunca zaman?
İlhan C. : Ben 32 yaşındayım, babam 30 yıldır cezaevinde. Yaşamımızın 30 yıllık döneminde baba yok. Onunla olan baba-oğul ilişkimizin geneli cezaevi süreci içerisinde... Yani onu görüşe gittiğimizde, geçmiş olduğunuz güvenlik çemberlerinden sonra görüştüğünüz bir baba figürü var. Biz, üç oğlu-benim bir büyüğüm var Cahit, bir de küçüğüm Gökhan- 1991-1993 yılları arasında şartlı salıverildiği dönemde babayla dışarıda bir yaşamı paylaştık çok kısa bile olsa. Dördüncü oğlu İmran 1993 Ekim doğumlu. Babam ikinciye 1993 Mayısında tutuklanmıştı. İmran bugün 18 yaşında ama babasını daha hiç dışarıda görmedi. Biz, büyük oğullarına gelince… Babam cezaevine girdiği zaman biz çocuktuk, şimdi çocuğumuz var. İlkokula gittik, ortaokula gittik, liseye gitttik, üniversiteye gittik, kep attık. Hiçbirinde yanımızda yoktu. İşe girdik, yoktu... Evlendik, yoktu… Çocuk sahibi olduk, yoktu... Yani yaşamımızın hiçbir noktasında bu devlet babamızı bizim yanımızda tutmadı.
-Babanızın içerde geçirdiği otuz yılın yanında, sizin için de cezaevlerinin önünde geçen bir otuz yıl var. 30 yıllık cezaevi sürecinden sizin payınıza neler düştü?
İlhan C. : 1990 öncesi ve sonrası olmak üzere değişen bir sürü uygulamaya biz, cezaevleri önünde birebir maruz kaldık, yaşayarak öğrendik. Bandırma Cezaevi’nde babamızın babamız olduğunu ispat etmeye de çalıştık, cezaevinden biri firar ettiğinde tutuklu yakınlarının hepsi hayvan teper gibi tepildiğinde boğulma tehlikeleri de atlattık, Gebze Cezaevi’nde jandarma dayağıyla omzum da kırıldı, Malatya’da abimizin gözaltına alınma sürecine de tanık olduk. Kısaca içeride yatırılan 30 yılın bir de dışarı ayağı var. Bunlar da bize dışarıdayken düşenlerdi…
\'NEDEN BİZİM 30 YILLIK YAŞAMIMIZ ÇALINDI?\'
-Aileniz nasıl etkilendi bu yaşananlardan?
İlhan C. : Bizim için bir aile olamama, ailenin dağılma süreci var. Bunlar belki çok önemli gözükmeyen şeylerdir ama tutukluluk aldığı, 36 yıl hüküm giydiği dönemde bizim ailemiz dağıldı. Annemin babasıyla babamın fikirleri pek uyuşmadığından aile baskısıyla falan, ilk anne dediğimiz annemiz babamızdan ayrılmak durumunda kaldı. Tekrar tekrar bazı şeyleri yaşamak istemediğimiz için çok da sorgulamadık açıkçası. Uzun bir müddet babaannemiz bizim annemizdi… Sonrasında 1991 “Şartlı Salıverme Yasası’yla çıktığında, biz yeniden aile olduk. Bunların da bizlerde, çocuklarda yarattığı etkiler var. Bir bütün olarak, 30 yıllık bir ömrün içerisinde gelişen insani, siyasi ve hukuki yönlerin hepsini barındıran bir süreç. Araştırdığınız zaman, yani gerçekten 30 yıl cezaevinde yatırılacak bir suç mu var, bakıyoruz, araştırıyoruz, soruyoruz, soruşturuyoruz: Yok! Neden bizim 30 yıllık yaşamımız çalındı? Biz çocukken bunu çok anlatamadık, soramadık. Çünkü ne politik ne hukuki alt yapımız buna müsaitti. Bunu anlatamamanın ezikliğini çok yaşadık. Çünkü cezaevleri çocukken eğitim yaşamımızda nasıl anlatılır bize? Kötü insanların konulduğu yer… Aynı ikilemi şimdi torunları yaşıyor. “Dedem niye cezaevinde? Neden demir parmaklıkları geçerek ziyaret ediyoruz onu?” diye soruyorlar.
-İmran, ailenin en küçüğü olarak cezaevi dışında babanı hiç görmemişsin. Babanla ilgili anılarının tamamı cezaevlerinde, bunun senin için nasıl bir anlamı var?
İmran C. : Benim babamla anılarım biraz uyarlama şeklinde oluyor hep. Dışarda parka gitmek yerine cezaevi avlusunda volta atmak, bahçeye bir şey ekmek yerine saksıda ceviz yetiştirmek, parkta kaydıraktan kaymak yerine ranzalardan atlamak, denize gitmek yerine leğene su doldurup orda oynamak… Genellikle benim babamla ilgili hatıralarım bu şekilde… Benim küçüklüğümde o dönemki koşullar benim cezaevine girmeme el veriyordu. 3-4 gün içeride kalabiliyordum. Bu yüzden cezaevindeki yaşama çok yakından tanık oldum. İkinci evim gibi bir şey olmuştu.
-Baban cezaevinden çıktığında en çok ne yapmak istersin birlikte?
İmran C. : Babam denizi çok sever. Ben de çok severim. Leğene tuz koymak yerine denize gitmek isterim onla.
- Peki, tüm bu süreci yaşamanıza sebep olanlar karşınıza muhatap olarak dikilse ne söylerdiniz onlara?
G.C. : Karşımıza dikilip dikilmemelerinden bağımsız olarak zaten muhataplar var. Herkes muhatap aslında bizim için. Çünkü kimsenin eli temiz değil… Bir aile her dönem mağdur ediliyorsa, tekrar tekrar parçalanıyorsa bunun izahı yoktur. Fiili olarak yatırılan 30 yıldan çok daha ötesi, çok daha ağır, çok daha tramvatik başımıza gelenler. Biz muhataplardan kaybettiğimiz her şeyi istiyoruz. Telafisi yok… Telafi için değil… Ama bir şekilde bize bunu izah etmek durumundalar. Tam olarak ne istiyorlar? Ortalama bir vatandaşından ne istiyor devletimizin yargısı, yönetimi, yürütme güçleri? Çünkü herkesin haberi var bundan. Biz yıllardır Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, insan hakları örgütlerine, barolara, her yere yazıyoruz, çiziyoruz.
KIRIK OMUZ DELİL DEĞİL, ATILAN İFTİRA DELİL!
-Ne şekilde cevaplar alıyorsunuz peki?
G.C. : “Bağımsız yargıya karışamayız biz” deniyor çoğunlukla. Ama biz bağımlıyken de bağımsızken de maalesef hiçbir faydasını göremedik. Hep aleyhimize kararlar çıktı.
İlhan C. : En son Bandırma’ya müddetname düzeltmesiyle ilgili bir başvuru yaptık. Ben gittim, oradaki savcıyla görüştüm. Savcının söylediği cümle aynen şuydu: “Ya şu ana kadar kimse çözmemiş. Ben mi çözeceğim?” E ne diye oturuyorsun o koltukta? Sana savcı demişler. Bir müddetname düzeltmesini bile yapmıyorlar. “30 yıl 4 aydır cezaevindesin, 2026’ya kadar da yatacaksın” diyorlar. Tamam da hangi suçtan? Tahir Canan ile ilgili delil olmadığı halde tutuklanıp bu cezalar veriliyor ama mesela benim omzum kırıldığında biz hukuki süreç başlattık. Devletin cezaevi önünde cereyan eden olayda kırılmış omuzla ilgili verdiği kararda, “herhangi bir delil olmadığı için sanığın beraatına” ifadesi yer alıyordu. Yani kendi askerinin kırdığı omuz bir delil değilken, karşıt görüşlü biri tarafından atılan iftira delil sayılıyor. Daha ne diyelim…
-En yakın davası ne zaman?
G.C. : O da ayrı bir problemimiz. Üç ayrı müddetname hesaplandı. O İtiraz ettikçe artan bir müddetnamemiz var. İlki 2013. Eşim özel bir hesaplama sistemiyle ilgili olarak itiraz etti. İtiraz ettiğinde gelen tarih ise 2016. Daha sonra tekrar itiraz ettiğinde 2026 oldu. Artık bundan sonra sormadık. Her sorduğumuzda daha da ileri tarih verildi çünkü. Bir şey sormanın gereği de yok zaten. Çünkü kendi koydukları yasaları uyguluyorlar. En son kendisine iletilen de “içerde yediğini, içtiğini ye” içerikli bir yazı. Bu kendisine ikinci defa iletiliyor ve dayatılıyor. Ya ödeyeceksin ya da Vergi Dairesi Mahkemesi’ne dava açacaksın dendi. Eşim de dava açtı.
-Beklentileriniz nedir en azından bundan sonrası için?
İlhan C. : Bakanlığın şu ana kadar elinin tersiyle, gözünün ucuyla bakmış olduğu dosyayı ciddi anlamda inceleyip masaya yatırması ve Tahir Canan’ı yaşamından çaldığı 30 yılın haklarıyla birlikte, kişilik haklarıyla, onuruyla birlikte bir an önce özgürlüğüne kavuşturması gerekiyor. Başvurumuz Adalet Bakanlığı’nda şu an. Biz artık hukuka güvenmek istiyoruz. Adalet istemek her vatandaşın istemesi gereken bir şeydir. Biz de bunu istiyoruz. Başka istediğimiz bir şey yok…
G.C. : Eşimle ilgili ne istemediğimi söyleyebilirim ben. Artık oraya buraya nakledilmesini istemiyorum. Van’dan getirilen mahkûmlara ne olduğunu hepimiz gördük.
İlhan C. : Bir de şöyle bir durum var: Ülkemizde sıkça sözü edilen bir takım kavramlar var.12 Eylül’le hesaplaşmak, Dersim’le yüzleşmek, özür dilemek, yeni anayasa yapmak… İleri demokrasiden bahsedildiği, bol soslu, tantanalı lafların edildiği bir dönemde biz hala bu hukuksuzları yaşıyoruz işte.
|