BUGÜN 20 bin kişinin ölümüne yol açan Adapazarı-İzmit depreminin 12. yıldönümü...
Büyük depremi hatırlarken, kentbilimci Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp, kentlerimiz ve imar üzerine gönderdiği notunda, son 50 yılda bilim dışı çevre, imar ve şehircilik uygulamalarının bozularak insanlığın geleceği için tehdit oluşturduğunu bildiriyor. Özetle şu noktalar üzerinde duruyor:
- Türkiye’de çarpık, niteliksiz ve güvensiz yapı stoku oluştu. Bunun sonucu olarak seviyesiz kentleşme her türden illegaliteye, yasadışı ve bölücü eylemlere zemin hazırladı.
- Türkiye’nin yarısı ilkel biçimde oluşmuş yerleşik yerlerde yaşarken, büyük kentlerde ‘kanserli imar’ oluşumları kent ve insan dokusunu giderek tahrip etmeye başladı.
- İmar, arazi, gecekondu, otopark mafya ve çeteleri oluştu, yasa ve yönetmeliklere uyanlar ise bir bakıma ‘enayi’ sayıldı.
- Konut politika ve stratejilerimiz yetersiz kaldı.
- Güzide turizm yörelerimiz çirkin yapılar ve aşırı betonlaşma ile yozlaşarak turizm sektörümüzü olumsuz etkiliyor. Sahil belediyelerinin bir kısmı, yasa, yönetmelik tanımıyor. İmarda çok başlılık (20 kurum yetkili) aşılamıyor.
- Kültürümüzün ana bileşeni olan yöresel ve geleneksel mimari tarzımız giderek kayboluyor.
- Meslek odaları ile hükümet taban tabana zıt görüşlere sahiptir. İmar hukukunda ‘bilirkişilik kurumu’ neredeyse çürümüş durumda. Çoğu kez gerçeği, adaleti açıkça çarpıtan teknik raporlar alınabiliyor!
- Üniversitelerimiz her yıl binlerce diplomalı ancak yetersiz mimar ve mühendisi piyasaya salıyor. Seçkin gençlerimiz ise yurtdışına kaçıyor.
- Yapılı çevrede enerji israfı halen yüksek oranda.
Prof. Alp, ‘Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurulmasının doğru bir karar olduğunu da belirtirken, “Ülkemizin kapsamlı ve radikal bir ‘Çevre ve Şehircilik Reformu’na gereksinimi vardır” diyor.
İşte, muhtemel bir deprem öncesinde dikkate alınması gerekenler.
Mühendislik verilerinden uzağız
MİMAR ve Mühendisler Grubu Başkan Yardımcısı Kadem Ekşi de mühendislik verilerinden yoksun imar planlarına dikkat çekerken şöyle diyor:
“Bilime ve mühendisliğe, akla ve uygarlığa aykırı olarak siyasal iktidarlarca uygulanan rant politikaları nedeniyle, ülkemiz sadece bir ‘deprem ülkesi’ değil bir ‘afet ülkesi’ olmuştur. Bunun ekonomik sonucu olarak her yıl GSMH’nin ortalama % 3-7’si afet zararlarını karşılamaya harcanmaktadır.
Yeni acıları ve utançları tekrar yaşamak istemiyoruz. Deprem hasar, zarar ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu, mühendis, mimar ve şehir plancıların ortak katkı ve çabalarıyla depreme dayanıklı yerleşim alanları, yapılar tasarlamak ve üretmektir. Bizler üzerimize düşeni yapmaya hazırız.”
GÜNÜN SÖZÜ
“91–94 yılları arasında, ABD’nin komutasında 34 ülkenin Somali’de ne işi vardı? Oraya kendi iktidarlarını, güçlerini sağlamak, petrol yataklarını ele geçirmek, Afrika’nın zenginliklerini sömürmek için gittiklerinde bugün aynı hassasiyeti niye göstermiyorlar?” (HAS Parti Genel Başkanı Prof. Numan Kurtulmuş)
Ahıska Türkleri ne şanssızmış!
TÜRKİYE’de artık fıkra diye anlatılan olaylar, gerçek olmaya ve yaşanmaya başlandı.
Radikal gazetesinde önceki bir gün ‘Yanlış adres, tarihi kıyım’ başlıklı ilginç, o kadar da üzüntü verici bir haber vardı. Iğdır’da Bayındırlık Müdürlüğü’nde bulunan Ahıska Türklerine ait tapu kayıtlarının yer aldığı 15 koli korunması için Ankara’ya Devlet Arşivleri’ne gönderilmiş, ancak koliler, Devlet Arşivleri yerine Atık Kâğıt Ünitesi’ne teslim edilince imha edildiği yazıyordu.
Ahıska Türklerinin, tarihi belgelerin Stalin dönemine ait olduğu biliniyor.
Böyle bir Türk neslinin kimlik ve tapu kayıtları böylece yok edilirken, ‘devlet işi belli olmaz’ gerçeği bir kez daha yaşanmış oldu.
Eski bakan ve milletvekili gazeteci dostumuz Ahmet Tan anlatmıştı; eski başbakanlardan Yıldırım Akbulut’a atfedilen buna benzer bir fıkrayı... Bir devlet görevlisi sözde, Yıldırım Akbulut’a gelip “Sayın Başbakan’ım eskiyen, hükmü kalmayan, bazı devlet belgelerini imha edilmek üzere SEKA’ya göndereceğiz” diye izin istiyor.
Akbulut bir süre düşündükten sonra “Kardeşim, bu devletin işi belli olmaz. Siz yine de hepsinden birer fotokopi çektirip öyle gönderin!” talimatını veriyor.
Keşke, Ahıska Türklerinin belgelerini arşive gönderen yetkililer de, Akbulut’un öğüdünü tutsaydı. Şimdi o belgeleri, Iğdır’dan Ankara’ya göndermek için uluslararası UPS firmasına veren zihniyeti sorgulamak gerekir. Zaten, Başbakan Erdoğan soruşturma açtırmış hemen.
STALİN’İN UYGULAMASI
AHISKALILAR, Sovyetler’de en çok acı çeken Türklerdendir. Stalin döneminde ülkenin her tarafına dağıtılmış, bir kısmı da Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Kafkasya’da, Ahıskalılar, Azeriler, Çeçenler, Abazlar en gözü kara adamlarıdır. Stalin, bunlarla başım belaya girer diye sürmüştür. Hepsi de ‘vatan toprağı’ bilincinden kopamamışlardır hâlâ... Sovyetler’in baskısı olmasaydı hepsi birer devlet kurma özlemine çoktan kavuşabilirlerdi.
Düşünün belgeler arşivlenmek yerine ‘yakılıyor’.
Ne nedenle belge ‘kıyımı’nın arkasında bir şey aramak gerekiyor mu sorusu gündeme geliyor. Soruşturmaya da bu gözle bakılmalı.
Türkiye’ye angus kınaması
YERYÜZÜNE Özgürlük Derneği’nin çağrısıyla Türkiye’den, Avustralya’dan ve İngiltere’den çeşitli sivil toplum kuruluşları ve girişimler, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na sert bir çıkış yaptı. Canlı hayvan ithalatında düşürdüğü gümrük vergisi oranı nedeniyle kınadı ve birçok hayvan hakları ihlaline sebep olan canlı hayvan ithalatına bir an önce son verilmesi gerektiğini vurguladı. Bu arada bildiriye İngiltere’den destek veren Compassion in World Farming’den Kamu İşleri Başkanı Joyce D’Silva ise “Canlı hayvan taşımacılığının, tarifi imkânsız acılara neden olduğu kanaatindeyiz. Türkiye devletini canlılar üzerindeki bu kanlı ticarete katkıda bulunmamaya ve canlı hayvan ithalatı sürecinde, kendi ülkelerine taşınan tüm hayvanlara tıbbi yardım temin etmeye, hayvanların haklarını gözetmeye çağırıyoruz” dedi.
Türkiye’ye, başta anguslar olmak üzere yapılan hayvan ithalatının arkasında bir dram yaşanıyor. Hele o hayvanların yarım metre b.k içinde nasıl bir yaşam sürdükleri görülse demediklerini bırakmayacak yabancılar... İthalatı bile keserler!
|