Bugünlerde ne kadar çok din zemininde bir şeyler tartışılıyor, değil mi?
Yeni Şafak yazarı Profesör Hayrettin Karaman, “Hoşgörü mü, tahammül mü?” başlıklı bir yazı yazdı.
Birbirine benzemeyenlerin, daha doğrusu İslam’ı söylendiği gibi yaşamayanların kendilerine küçük başka yaşam alanları kurabileceğini söyledi.
Dedi ki:
“Şartlar, ötekilerden ayrı bir mekana yerleşip orada kendi inancına göre yaşamaya elverişli değilse bunu da yapamayacaktır.
Geriye beraber, yan yana yaşama şıkkı kalıyor.
Şimdi bir apartmanda, bir sokakta, bir mahallede eşcinselinden sarhoşuna, nikahsız birlikte yaşayanından (zina edenlerden) kumarcısına, Müslümanları sevmeyenlerden düşmanına, sokakta sevişenden çıplağına... kadar birçok insanla yan yana yaşıyoruz. Peki dindar Müslümanların bu insanlara karşı iç ve dış tavırları ne olacaktır?”
Karaman, ‘dostça’ davranılmaması, hatta gülümsenmemesi gerektiğini söylüyor.
Yazıyı destekleyenler, anlamsız bulanlar, kızanlar oldu...
Ben, bu görüşün tam tersi olabilecek kitabı Amerika’da yeni çıkan, Star Gazetesi yazarı Mustafa Akyol‘un söylediklerine baktım.
Gazetede kitapla ilgili “Otoriter laiklik ve otoriter İslamcılık arasında yeni, yepyeni bir özgürlük alanı tarif ediyor” dendiğini gördüm.
Henüz kitabı okumadım ama Milliyet gazetesinde Aslı Aydıntaşbaş‘ın Akyol‘la yaptığı röportajı okuyunca kitabı gerçekten merak ettim...
Özellikle “İslam’da hoşgörü” tartışmalarının yoğun olduğu şu günlerde yeni bir özgürlük tarifi ilgimi çok çekti doğrusu...
“Aşırılıklar Ötesi İslam: Özgürlüğün Müslümanca Müdafaası” isimli kitabında Müslümanları anlatıyormuş Mustafa Akyol..
Bir yandan katı laik, diğer yandan İslam dünyasındaki bağnaz otoriter duruşa karşı modern hayatla barışık ‘üçüncü bir yol’ savunuyormuş.
Röportajda ilgimi çeken şu cümle, Hayretin Karaca’ya cevap olarak yazılmış gibi:
“İslam’a göre içki günah... Kuran ‘Şarap içmeyin’ diyor.
Ama ceza verilmiyor. Ya da içkinin bir bölgede yasaklanması emredilmiyor. Dolayısıyla Kuran’a bakılarak bunun bir Müslüman’ın bireysel bir meselesi olduğunu, kendi dindarlığı çerçevesinde geri durması gerektiğini söyleyebiliriz. Ama bu içki içenlere baskı yapılmasını gerektirmiyor. Maalesef Türkiye’de içki iki ayrı toplumsal kesimi ayıran bir sembol haline gelmiş. Çağdaş yaşamı benimsiyorsan içiyorsun, benimsemiyorsan içmiyorsun...”
Bu konulardaki kısıtlı bilgimle anlayabildiğim kadarıyla, Akyol, Müslümanlığın gereklerini yorumlarken “Sen günah işleme, başkasının günahına da karışma” diyor.
***
Sonra teravih namazı ile ilgili bir tartışma çıktı...
Yaşar Nuri Öztürk, “İslamda teravih namazı yoktur” diyor.
Diyanet ise “Vardır.”
Hayrettin Karaman farklı yaşam seçenlerin, inançları birbirinden farklı olanların farklı yerlerde yaşamalarını söylerken, ben dindarların da kendi aralarında pek anlaşamadıklarını fark ediyorum.
Aynı inancı benzer bir kuvvetle hissedenler bile İslam’ı nasıl yaşamamız gerektiğine karar veremiyor.
Farklılık sadece “dindar”lar ile dindar olmayanlar arasında değil.
Dindarların kendi aralarında da ciddi farklılıklar var.
Değişen bir dünyada Müslümanlığın nasıl yorumlanacağı, hayatın içinde nasıl uygulanacağı, dindar olanların olmayanlarla ilişkisi, hayatın çok yavaş aktığı, herkesin aynı hayat biçimini paylaştığı günlere kıyasla çok daha zor.
Zorluğun temelinde de “Herkes bana benzesin, benim gibi yaşasın” dayatmasıyla, artık insanlara bunu kabul ettirmenin imkansızlığı yatıyor.
Bu zorluk; huysuzlanma, söylenme düzeyinde kalırsa bir sorun yok ama “Benim gibi olacaksın, yoksa çok kötü olur” tehdidine varırsa...
İşte o zaman yandık.
En iyi ihtimalle birbirimize hiç gülümsemeden, asık suratlarla dolaşacağız.
Bu da, dinin “sevecen” yüzünü tümüyle yok edecek hayatımızdan...
|