Fıkraların sağı solu yoktur, yeter ki zamanı bilinsin...Bugün yine fıkralardan medet umacağız, acaba neye, kimlere yakıştıracaksınız?
* * *
Bir vilayet halkı validen çok şikâyetçiymiş, adam rüşvetçi, milletin ciğerini söküyor, padişaha dilekçe yollamışlar...
Vali de onları konağa çağırmış:
“Beni şikâyet etmişsiniz!”
Cevap yok, vali uşağına bağırmış:
“Sandığı getir!”
* * *
Sandık gelmiş, kapağını açmışlar, içinde pırlanta, mücevher altın dolu...
Vali demiş ki:
“Bakın sandığın dolmasına iki karış kaldı... Ben gidersem gelecek olan, boş sandığı yeniden dolduracak, bunu bilin de!”
Halkın temsilcileri el öpüp iki büklüm dışarı çıkarken “Allah sizi başımızdan almasın!” diye dua ederlermiş...
Ona göre!
* * *
Eski devirde iki arkadaş yola çıkmışlar, o şehir senin, bu kasaba benim, bu beylik onun... Bir şehre gelmişler, halk meydanda toplanmış o havaya bakıyor, hayrola, ne iş:
“Biz kralı böyle seçeriz, havaya bir karga bıraktık dolaşıp duruyor, kimin kafasına pislerse, o kralımızdır.”
Ve adam kral olmuş...
* * *
İki sene sonra, arkadaşının kral olduğu şehre yolu düşmüş, “Bakalım bizim kral ne yapıyor?” demiş...
Bir kahveye girmiş, soracak olmuş, herkes kan ağlıyor, kralın yapmadığı zulüm kalmamış...
Halk “Git eski arkadaşına ki belki vazgeçer” demiş.
O da öyle yapmış, kralın huzuruna çıkmış:
“Yahu ne yapıyorsun, herkes perişan!”
Kral gülmüş:
“Karga uçurup, şeyinden kral seçenlere az bile!”
* * *
Bir ülkenin başbakanı, her fırsatta gazetecilerle ayaküstü konuşanlardan değilmiş, başbakan sözcüsü akşamları bülten yayınlar, başbakanın o günkü icraatlarını anlatırmış...
O gün bültende kısa bir haber varmış:
“Sayın başbakan, filan gölü yürüyerek geçti.”
Ertesi gün bir gazetenin manşeti:
“Yüzme bilmeyen başbakan, gölü yürüyerek geçti!”
* * *
Bir fıkra da Süleyman Nazif’ten...
Adamın biri köprü üzerinde önüne çıkmış, yolunu kesmiş, dilsiz, çolak, topal, bir gözü görmüyor, üstü başı perişan, elini açmış, halini göstermiş, para istiyor...
Süleyman Nazif, adamı itivermiş:
“Bana ne ulan, ben mi yaptım? Kim yaptıysa ona git.”
|