Güney Afrikalı ünlü akademisyen Adeyeke Adebajo’nun, Soğuk Savaş sonrası Afrika üzerine yazdığı son kitabının başlığı ‘Berlin’in Laneti’ (The Curse of Berlin, Columbia University Press, 2010). Kitabın başlığı, Batılı güçlerin, Bismack’ın düzenlediği, 1885 Berlin Konferansı ile Afrika’yı paylaşmasına gönderme yapıyor.
Somali’de yaşanan kuraklık ve açlık, Türkiye’de başlatılan yardım kampanyası ve Başbakan’ın bu ülkeye yapacağı ziyaret, bu ülkeyi yoğun bir şekilde gündemimize getirdi. Ancak, yakın zamana kadar Ortadoğu gibi yakın bir bölge için bile geçerli olan ilgisizlik, Afrika söz konusu olduğunda daha geniş boyutlarda devam ediyor.
‘Açlık, kıtlık’ gibi kötü bir vesile ile de olsa, Afrika hazır gündeme gelmişken, umarım dikkatimiz son felaketin yaşandığı Somali ötesine taşar. Afrika, koskocaman bir kıta ve açlık kıtlık ötesinde sorunları var. Daha doğrusu açlık ve kıtlığa nasıl gelindiği sorunu üzerine düşmek gereği var.
Siyasi otorite tamamen çöktü
Afrika’nın modern tarihine ilişkin acı gerçekler, Berlin Konferansı ile başladı ama, bugün karşı karşıya olduğumuz Afrika tablosu, o tarihlerde son şeklini alan klasik sömürge imparatorluklarının ve klasik sömürge politikalarının çok ötesine taşıyor. Kıtanın o tarihlerde başlayan talan edilmesi süreci, bugüne kadar farklı şekillerde devam etti. Sömürge imparatorluklarından bağımsızlaşma süreci ardından Soğuk Savaş kapışması, vekâleten savaşlar geldi. Soğuk Savaş’ın ardından koskoca kıta içten içe kaynarken ve şimdi işin içine bir ekonomik dev olarak giren Çin’in de dahil olduğu bir kapışma sürüp giderken, Afrika sadece felaket haberleri ve ‘yardım’ kampanyalarının konusu oldu. Hemen ardından 11 Eylül sonrası, ‘İslamcı terörle savaş’ın Afrika boyutu devreye girdi.
Somali Afro-Arap güvelik çemberi içinde olduğu için öteden beri tam bir kapışma alanı idi. ‘İslamcı terörle savaş’ döneminde de, önemli bir çatışma alanı olan ülke, son olarak, 2007’de ABD desteği ile Etiyopya tarafından işgal edildi ve nihayet siyasi otoritenin tamamen çöktüğü noktaya geldi.
Bugün yaşanan kıtlık, iklim ve kuraklık meselesi olmaktan ziyade, özellikle son yirmi yıldır siyasi otoritenin çözülüşü ve altyapının tamamen çökmesi ile ilgili. Halihazırda, ülkeye yardım ulaştırmak bile birçok açıdan sorunlu. Ülkenin güneyine hâkim olan İslamcı güçler (Şabab) Batı’dan gelen yardım örgütlerine ‘kuşku’ ile bakıyor. O nedenle yardım çabalarının çoğu, Kenya’daki mülteci kampı olan Dabaad’a ulaştırılıyor.
İç savaşı körükleyen müdahale
Bu arada, Batılı ülkeler, yardım ulaştırmada güçlük çıkaran İslamcı güçleri, Güney’de yaşayan insanları açlığa mahkûm etmekle suçluyorlar ama, darbe, askeri müdahale (sonu felaketle biten 1993 BM müdahalesini hatırlayalım) ve işgal politikaları bir yana, ‘yardım örgütleri’nin, zaman içinde nasıl siyasal işlevler yüklendiği ve kuşku ortamının nasıl oluştuğunu hatırlamak istemiyorlar.
Söz Afrika’dan açılmışken ve ‘Afrika’da olan biten açlık ve kıtlıktan ibaret değil’ demişken, geçen nisan ayında, Fransa’nın, eski sömürge alanı içindeki bir Afrika ülkesi olan, Fildişi Sahili’ne yaptığı askeri müdahalenin hiç ‘ilgimizi’ çekmediğini de hatırlayalım. Libya’ya askeri müdahalenin hemen ardından gerçekleşen bu müdahale, uluslararası meşruiyet sorunu bir yana, ülkedeki iç savaş ortamını körükledi ve ciddi bir insani durum krizi yarattı ama nedense unutulup gitti.
Kaddafi’nin Afrika hayalleri
Benzer bir şekilde, Libya müdahalesinin Afrika siyasal tablosu içindeki yeri de çok dikkatimizi çekmedi. Oysa, 2005 yılından itibaren Batı’ya ‘açılan’ Libya’nın Afrika siyaseti, Kaddafi’nin kendisini etkin kılmaya çalıştığı bir ‘Afrika Birliği’ hayalleri ve eylemleri, Batı için rahatsızlık yaratmaya devam ediyordu. Libya, ABD’nin Afrika’da terörle savaş çerçevesinde oluşturduğu askeri varlık, AFRICOM’un dışında kalmıştı. Libya’nın aklı başında herkesin tepkisini çekmesi doğal olan kapalı ve otoriter rejimi bir vakaydı, ama takdir edersiniz ki askeri müdahale gibi ileri bir adım, sadece ‘insani kaygı’ ile açıklanabilecek bir ‘önlem’ değildi. Hazır dikkatlerimiz Afrika üzerine çevrilmişken hatırlatayım, Berlin’in halen süren ‘laneti’ üzerine düşünelim dedim.
|