Ülkemizde çok ciddi biçimde “küçük annelik” ve bundan kaynaklanan sorunlar var. Bu sorunun bir nedeni de görünüşte dini açıdan kızların küçük yaşta evliliklerine ve küçük anneliğe cevaz verildiğinin sanılması. Bu din anlayışı masaya yatırılmadan bu sorun çözülemez.
Prof. Dr. EROL GÖKA / Psikiyatrist
Geçenlerde gazetelerde “Son 10 yılda en fazla doğum hangi ayda oldu?” türü başlıklarla resmi doğum istatistikleri haberi yer aldı. Bu haberin içindeki bazı ayrıntılar, geniş bir analizi gerektirecek kadar önemliydi. Birlikte okuyalım: “2001 yılında toplam 2 bin 71 olan 15 yaş altı kadınlarda anne olma sayısı, 2002 yılında 2 bin 552’ye, 2003 yılında 2 bin 336’ya, 2004 yılında bin 901’e, 2005 yılında bin 630’a, 2006 yılında bin 454’e, 2007 yılında bin 149’a, 2008 yılında 830’a, 2009 yılında 535’e, 2010 yılında ise 347’ye geriledi. 15-19 yaş arası kadınlarda anne olma yaşında ise son 10 yılda yaklaşık yüzde 37,11 azalma olduğu görüldü. 15-19 yaş arasında doğum, 2001 yılında 154 bin 463. Bu miktar 2002 yılında 135 bin 35, 2003 yılında 123 bin 913, 2004 yılında 123 bin 639, 2005 yılında 123 bin 74, 2006 yılında 120 bin 740, 2007 yılında 118 bin 926, 2008 yılında 117 bin 255, 2009 yılında 108 bin 106, 2010 yılında ise 97 bin 10 oldu.” Tekrar söyleyelim bunlar, devletin resmi rakamları. Düşme eğilimleri yanıltıcı olmamalı zira yeni Medeni Kanun’a göre evlilik için 17 yaşı doldurma şartı aranıyor. 16 yaşını doldurmuş olanlar da evlenebiliyor ama ancak anne-baba rızası ve sağlık kurulu raporuyla. Böyle olunca 17 yaşın altındaki birçok evlilik resmi rakamlara yansımıyor; annenin 17 yaşın altında olduğu vakalar başlarına gelecekleri bildikleri için kayıt altına alınabilecekleri doğumları tercih etmiyorlar.
Küçük anneler büyük sorunlar
17 yaşın altında doğum yapan küçük annelerin yaptıkları doğumlar resmi makamlar tarafından bilindiğinde ne oluyor peki? Küçük annelerin eşleri, yani çocukların babaları hakkında bildirimi alan mahkemeler, “tecavüz” davası açıyor. Geleneksel bakımdan evli olan bu küçük annelerin eşleri önce mahkemeye, sonra da cezaevine gönderileceğinden, annenin 18 yaşın altında olduğu ve henüz resmi nikahın yapılmadığı evliliklerden ve onlardan olan doğumlar bildirilmiyor. Bu nedenle evlilik ve doğum oranlarında resmi rakamlara asla itibar edilmiyor. Kimilerine göre 18 yaşın altındaki evlilikler, tüm evliliklerin en az yarısı kadar ve bu evliliklerden doğan çocukların gerçek sayıları da bildirilenin kat be kat üzerinde.
Demek ki neresinden bakarsak bakalım ülkemizde çok ciddi bir biçimde “küçük annelik” ve bundan kaynaklanan sorunlar var. Küçük annelikten kaynaklanan tıbbi, sosyal ve psikolojik problemler saymakla bitmez ve bu ayrı bir yazı konusu. Bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz husus, görünüşte dini açıdan kızların küçük yaşta evliliklerine ve küçük anneliğe cevaz verildiğinin sanılması. Eğer bu din anlayışı masaya yatırılmazsa resmi rakamlar ne olursa olsun küçük evlilik ve küçük annelik sorununun tüm yakıcılığıyla devam edeceğini düşünüyoruz. Hele bir de yine geçenlerde 13 yaşında 28 kişinin cinsel saldırısına maruz kalmış N.Ç davasındaki skandal gibi olayları hesaba kattığımızda, çocuklara yönelik cinsel suçlarla küçük yaştaki evlilikler ve küçük anneler sorunları iç içe giriyor, ortalık karman çorman oluyor. Bize göre bir an önce küçük evlilikler ve küçük annelikler konusunda ve “çocuk yaşı”nın nasıl belirleneceği ve ne olduğu hususunda ilahiyatçıların, tıbbi ve hukuki otoritelerin katılacağı tartışmalar, geniş forumlar yapılmak, bir fikir birliği sağlanmasının ardından elbirliğiyle bir aydınlatma faaliyetine girişmek gerekiyor. Yapılacak olan bu tartışmanın başlığının kısaca “akıl baliğ olma yaşı” olması gerektiğini düşünüyorum.
Sağlam bir kitabi (Kur’ani) gerekçeye dayanmaksızın Müslümanlar yüzlerce yıldır, alimlerinin ittifakla yaptıkları “akıl baliğ olma” tanımına göre dini mesuliyetlerini ve çocuklarının dini terbiye ve eğitimlerini yerine getirmektedirler. Buna göre “akıl baliğ olma”nın evrensel ölçütü, kız ve erkek çocuğunun üretkenlik vasfı kazandığı biyolojik göstergelerdir. Gerçi biyolojik göstergeler esasen yalnızca “baliğ” oluşa delalet eder ama öteden beri baliğ olan insanın çoğunlukla gerekli akli kavrayışa sahip olduğu da düşünülür. Müslüman alimlerin ittifakla yaptıkları “akıl baliğ olma” tanımının zamana göre değişen bir durum olabileceği akıllara bile gelmemekte, sanki “nass” hükmünde değerlendirilmektedir. Oysa bugünkü biyolojik ve tıbbi bilgilerimizle yüzlerce yıl önce alimlerin ittifakla yaptıkları “akıl baliğ olma” tanımına birçok eleştiri getirebiliriz ve çok daha önemlisi modern zamanlarla birlikte çok açık bir biçimde “akıl baliğ olma” tanımını belirleyen koşullar da “akıl baliğ olma” tanımı da değişmiştir. Şöyle ki:
Modernlikle birlikte geleneksel dünyadan ve zihniyetten radikal bir kopuşun gündeme geldiğini kütüphaneler dolusu eser ele almaktadır. Onların üstünde uzun uzun durmaya lüzum yoktur. Modernliğin insanın biyolojik ve psikolojik yaşamını derinden etkileyen, “akıl baliğ olma”nın geleneksel tanımının koşullarını ortadan kaldıran ve birbirine bağlı radikal değişiklikleri, kabaca üç tanedir: 1) Kadının ekonomik, toplumsal, siyasal yaşama geleneksel zamanlarda görülmedik ölçüde katılımının artması. 2- İnsan ömrünün modern zamanlarda insanlık tarihi boyunca görülen ortalamayı katlayarak aşacak biçimde giderek uzaması. 3- Geleneksel dünyada kısa bir biyolojik geçiş süreci iken modern zamanlarda gençliğin apayrı bir toplumsal kategori halini alması ve insan ömrü gibi gençlik döneminin de giderek uzaması... Konumuz olan “akıl baliğ olma” ile ilgili olarak bizi daha ziyade bu üçüncü değişiklik ilgilendiriyor.
Bitmeyen gençlik dönemi
Gençlik döneminin modern zamanlarda nasıl ortaya çıktığını ve insanın gençlik döneminde nasıl bir zihinsel işleyişe, ruhsal kimlik sorunlarına sahip olduğunu bilmeden “akıl baliğ olma”nın koşullarını tartışma imkanı yoktur. Modern akademinin gençlik dönemi hakkında ittifakla kabul ettiği gerçeklere hızla bir göz attığımızda şunları görürüz:
Gençlik, insan yaşamının çocukluk ve yetişkinlik arasında kalan kısmıdır. Başlangıcı ve bitişi her bireye göre değişen bu dönemde önemli fiziksel, ruhsal ve toplumsal değişiklikler gerçekleşir. Gençlik döneminin en önemli özelliği, hızlı bir değişim ve büyümedir. Bu büyüme ve değişme, cinsiyetler ve bunun da ötesinde bireyler arasında büyük farklar gösterir.
Gençlik dönemindeki değişikliklerin sonucunda genç insan, toplumun ondan beklediği kimi özellikleri kazanır. Hangi kültürde yaşıyor olursa olsun, genç insan, bir biçimde anne-babasından bağımsızlaşabilmeli, cinsel olgunlaşmasına uyum sağlamalı, yetişkinlerle ve yaşıtlarıyla düzgün ilişkiler kurabilmeli, bir iş için, meslek için kendini hazırlamaya başlamalı, bir hayat felsefesi geliştirmeli ve yaşamına yön veren değerleri olmalıdır.
Gençlik döneminin en önemli psikososyal yanı, kimliğin kazanılmasıdır. Gencin bu dönemde sağlam bir kimlik duygusu geliştirebilmesi gerekir. Kimlik duygusu sağlam bir bireyin “ben neyim?”, “kimim?” soruları karşısında duraksamadan vereceği cevapları vardır. Güçlü bir kimlik duygusuna sahip olan insanlar, daha otonom, yaratıcı, çevrenin uyum için yapacağı baskılara direnebilen, yakınlık kurabilme kapasitesine sahip kimselerdir.
Kimlik gelişimi, çeşitli biçimlerde duraklar veya bozulabilir. Kimlik duygusu oluşmamış kimselerin yaşamla ilgili seçimleri amaçları sağlıksız seyredecek; sonuçta ortaya çıkan durum ise kimlik karmaşası olacaktır. Kimlik karmaşası yaşayan gençte toplumsal yalıtılma ve geriye çekilme, aşırılıklar, isyankarlık veya her şeyi reddetme gibi tutumlar görülür.
İnsan yaşamının hiçbir döneminde ahlaki değerler, gençlik döneminde olduğu kadar önem taşımazlar. Birçok insan için sınırları belirlenmiş net bir ahlak duygusunun gelişimi gençlik döneminin sonunda tamamlanır. Gencin zihinsel açıdan olgunlaşması, toplumsal beklentiler ve talepler, ahlaki gelişimi hızlandırır. Genç insan, kendisine sunulan çok çeşitli değerlerden kimilerini alır ve benimserken kimilerini reddeder. Her gencin yaşamına kılavuzluk eden şöyle ya da böyle bir değerler sistemi vardır. Güçlü bir kimlik duygusu ile değerlere sahip olma arasında sıkı bir bağlantı bulunmaktadır.
Gençlerde siyasi ve dini düşüncelerin gelişimi de ahlaki değerlerde olduğu gibi bilişsel gelişimle bağlantılıdır. Dini ve siyasi düşüncelerin yaş arttıkça daha soyut bir nitelik kazanmaları beklenir. Araştırmalar, erken gençlik döneminde siyasi düşüncede otoriteryanizmin baskın bir özellik olduğunu, yaş ilerledikçe daha az otoriteryan, soyut, diğer insanların gereksinimlerini ve amaçlarını dikkate alan bir nitelik kazandığını göstermektedir.
Bir yandan yüzlerce yıl önce İslam alimlerinin ittifakla kabul ettikleri biyolojik “akıl baliğ olma” tanımı, bir yandan değişen ve geleneksel dünyadan büyük ölçüde farklılaşan modern dünyada bilimsel akademinin ittifakla kabul ettiği, modern hukuka ve insan haklarına da yansımaları olan modern bir toplumsal kategori olarak gençlik döneminin özellikleri... Gençlikle ilgili özetini sunduğum bu bilgiler ışığında, “akıl baliğ olma”nın geleneksel bilginin öngördüğü gibi biyolojik göstergelerle sınırlanamayacağı; henüz kimliği, sağlıklı bir ahlaki ve dini kavrayışı gelişmemiş bir insanın dini açıdan mesul tutulamayacağı, dini terbiye ve eğitimle, dini mesuliyetin bir ve aynı şey olmadığı pekala düşünülebilir. Çelişkiyi gidermek, “akıl baliğ olma”nın tanımını yapmak için içtihad kapılarını açmaktan, Müslüman aydınları, bilim insanlarını göreve çağırmaktan başka çare yok.
|