Ne aradığını bilmeyen hiçbir şey bulamazmış. Bu arkeologların anahtar özdeyişidir. Benzer bir özdeyiş de denizciler için söylenir: Nereye gittiğini bilmeyen gemi hiçbir limana varamazmış, diye. Yer altında yer üstünde dahası gökyüzünde, arananların ve bulunanların tümü ise insan içinmiş. Pekiyi uğruna bunca zahmetlere katlanılan insan nerede imiş? İşte bütün sorun da burada ya! Çünkü aradığımız insan gerçekte yanı başımızda...
Şu sıra ne aradığımızın ve nereye gittiğimizin farkında mıyız dersiniz? Benim ciddi kuşkularım var doğrusu. ABD’nin düşmanca iştahını köreltebilir umuduyla Türkiye’ye yaranmak isteyen İran, Kürtlere karşı haksız bir savaş açmış durumda. Öte yandan Pers kültüründe zayıflara karşı bu tür anlamsızlıklar hep görülmüştür. Türkiye ise ABD’ye yaranmak için neredeyse Suriye’yle boğaz boğaza gelecek. Böylece İsrail’e kafa tutarak kazandığımızı sandığımız Arap halkları sempatisini, şimdi koyacak yer bulmakta güçlük çekiyoruz. Bir de komşularla sıfır sorun gibi iddialı çıkışımıza ters düşüşümüz var. Haa, buradan Beşar Esat’ı haklı gördüğümüz sanılmamalıdır. Tarihte hangi despot haklı olmuştur ki? Şimdi çık işin içinden!
Bütün kötülüklerin sınıflar, güçler arası paylaşım dengesizliğinden, yani eşitsizliklerden doğduğunu biliyoruz. Barışın kardeşliğin gerçek demokrasi ile özdeşliğini de biliyoruz. O zaman barışın savaş araçları ile kurulacağını savunabilir miyiz? Çocuğumuzun adını savaş koyarak barışçı yapabilir miyiz? Vietnam’da, Irak’da, Afganistan’da ve Kandil’de, mevcut savaş araçlarıyla ne yapılmak isteniyor? Hükümetimiz 30 bin civarında paralı asker alımı için hazırlığını tamamlamış, diyor gazeteler. Bilmem ne kadar yeni polis kadroları gerekliymiş. Eh artık Allah yardım etsin fakir fukaraya demekten öte ne kalıyor bize. Bir de yüz bini aşkın yeni öğretmen ve daha fazla rakamlarla ölçülen işsiz eğitimci açığımızı düşünün. Dahası var devletin protez kol, bacak tedavilerinde masrafın yarısını hastadan söke söke aldığını düşünün. Bir vatandaşının kopmuş, ya da dolaylı kopardığı organının, yapayının tamir parasının yarısını hastadan isteyen bir devlet sizce devlet midir? Hani nerede kaldı sağlık, eğitim ve de hukuk giderlerinin parasız olacağı evrensel kuralı...?
Günlerdir açlar, işsizler Londra’yı yakıp yıkıyor. Yakıp yıkmayı hiçbir zaman savunmadık, savunmayızda. Ama, aç midenin kulaklarının sağır olduğu Rus özdeyişini de biliyoruz. Benzer olaylar giderek, bütün Avrupa’yı, dahası bütün dünyayı sararsa şaşmayalım. Bahanesi ne olursa olsun bir kavganın, savaşın altındaki gerçek neden ekonomidir. Açlık, yoksulluk ve her türlü eşitsizliktir. Sovyetleri dağıttıktan sonra sorunun bittiğini sanan acımasız kapitalist sınıf, çok geçmeden sorunun asıl yeni başladığının mutlaka anlayacaktır. Çünkü insan soyu iki ayağının üzerine kalkmayı öğrenmiştir bir kez. Bu bakımdan ezenler, bir an önce savaş araçları üretmek ve lüks tüketiminden vazgeçerek, en azından acıyı ağrıyı azatlamak zorundadır.
Yukarıdaki paragrafta diyeceklerimiz elbette bir değil, bir çok kez eksik kaldı.Çünkü sömürenler kendi rızaları ile sömürüden, yani savaş araçlarından vazgeçmezler. Bu ancak ezilenlerin bilinçli direnmeleri, yeter artık dur demeleri ile mümkün olur. Bu da kuşkusuz eğitimle, bilinçle, bir oyumuzun bile önemini kavramakla mümkündür. Eskiden beri sol düşünceye kalemleriyle, duruşlarıyla katkı yapan herkese olsa olsa sadece teşekkür borcumuz olabilir. Yalnız son zamanlarda bazı yazar çizer arkadaşları, anlamakta doğrusu zorlanıyorum. Dünyada yaşanan şu ekonomik krizleri, kimi yapay nedenlere bağlamak gibi bir yanlış eğilimleri var. Örneğin ABD, finans desteğinin çoğunu konuta değil de ticarete yapsa idi şöyle olurdu. İngiltere, Japonya iş piyasasını robotlara kaptırdığı için böyle oldu, türünden soyut sözler ediyorlar. Yada gelişmiş ülkelerin ani piyasa şoklarını, iyi hazır olmadıkları biçimindeki bilimdışı tezlerle yorumluyorlar.
Hayır dostlar hayır, bir koyundan iki post çıkmaz. Bir insanın hem ırkçı, hem fanatik dindar, hem de humanist, tarafsız olamayacağı gibi. Yerde gökte aradığımız insan, hep yanı başımızdadır. Bu tıpkı savaşlarda, cephelerde, ölümlerde, zulümlerde aradığımız barışa benzer. Yoksa biz insanı ve barışı hep arar gibi yapmış oluruz. Yani işimizde yeterince samimi olmadığımız anlaşılır!...
|