Kadın cinayetleri tırmanıyor. “Kadın cinayetleri” demek bu vahşete az geliyor bence. Neredeyse bir cins kırımı yaşanıyor.
Kadının imgesini metalaştıran vahşi sistemle iç içe geçen feodal değer yargıları, kadının yaşamını çekilmez hale getiriyor. TV ekranlarını, gazete sayfalarını kadınlarla ilgili haberler dolduruyor. Şiddetin, işkencenin, taciz ve tecavüzün, namus ve töre cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor.
Bakanlık nezdinde bile yapılan açıklamalar; kadın cinayetlerinin 2002’den günümüze kadar yüzde 1400 oranında arttığını söylüyor. 2002’de 66 kadın öldürülürken, bu sayı 2009’un ilk 7 ayında 953’e ulaşıyor. Günümüzde binleri aşmış durumda... Bunlar resmi rakamlar. Kadın örgütlerinin çalışmaları gösteriyor ki bu kayıtlar dışında yüzlerce kadın da erkek şiddeti ve baskısıyla intihara zorlanarak “öldürülüyor”.
***
Evet ... Füsun Erdoğan’ın da belirttiği gibi; “Bunca kalabalık bir gündem içinde kadın cinayetleri rutin bir hal aldı.”
Her gün ortalama üç kadın katlediliyor. Türkiye’de. Ve her bir haberin ayrıntısında, öldürülen kadınların yıllarca eş, sevgili başta gelmek üzere en yakınlarındaki erkeklerin şiddetine maruz kaldıkları... Birçoğu savcılıklara başvurarak koruma talebinde bulunduğu halde korunmuyor.. Bunca cinayet haberi ve istatistiklerin ardından göz önündeki diğer bir mesele de dava sonuçlarında “haksız tahrik” beyanını sıkça duyu-yor olmamız. Haksız tahrik indirimi ile cezaları ha-fifletilen erkekler ve şiddetin mağduru olmaktan kurtulamayan kadınlar ülkenin değişmeyen portresi haline geldi.
Kadınlar tabiri caizse, kuş gibi öldürülüyor, ancak caydırıcı önlemler alınmıyor. Erkekler için bu kadar kolay uygulanan haksız tahrik indirimleri kadınlar için uygulanmıyor. Bu durum da kuşkusuz cinsiyetçi algıdan kaynaklanıyor. Kadının giydiği - giymediği, konuştuğu - konuşmadığı, sustuğu - susmadığı, evet dediği - hayır dediği, seviştiği - sevişmediği... Her şey haksız tahrik indiriminin mezesi haline geliyor.
Yani, her kadın katliamı erkeğin ve erkek devletinin izleriyle dolu. Bölge ya da şehir çok fark etmiyor. Her yerde ve her birimde erkek erki ve vahşeti aynı.
Bu konuda toplum olarak ne yapıyoruz peki; hani şu komşuluk bağları ile övünen toplum olarak? Şiddet seslerine kulağımızı tıkıyor, aile meselesi diyor, karışmıyoruz. Hadi biri dur demek istedi, polisi aradı, polis ne yapıyor, aile meselesi diyor, karışmıyor. Hadi polisin biri gidip bakalım şu adrese dedi, gitti baktı, ne yapıyor? Ayıp ama diyor, etrafı rahatsız ediyorsunuz. En fazla dövmekle olmaz diyor. Hemcinsine, nasihat edip çıkıyor.
Herbirimiz, bir yandan kadına kutsallık atfeden, diğer yandan olmadık şiddeti ve vahşeti reva gören ikiyüzlülüğün özneleriyiz.
***
Kadına yönelik şiddet ve cinayetler ne erkeğin ne de kadın sorunu sadece... Bir bütün olarak insanlığın sorunu... Toplum psikolojisini altüst eden kadına yönelik vahşi cinayetlere dur demek için herkes ve her kesimi kadın sorunlarına karşı dayanışma ve duyarlı olmak zorundadır.
Peki kim bu erk? Eski eşi tarafından tehdit edildiğini söylemesine rağmen, o kadını koruyamayan devlettir. Çocuk yaşta bir kızın bir sürü insan tarafından tecavüze uğramasına rağmen, o kız için “kendini koruyabilirdi, reddebilirdi” diyen yargıdır. Amcasının oğlu, kuzeni, vs. tarafından tecavüze uğrayan kıza, “al bu ipi, git ahırda kendini as” diyen aile meclisidir, töredir.
Hepimiz aynı vahşetin failleriyiz bir bakıma... Eşinin yüzüne asit döken kim? Eşini sokak ortasında bıçaklayan kim? Eski kocam beni öldürecek dediğinde izleyen kim? Bu katliama dur diyemeyen, kadına el kiri diyen, erkek yaparsa çapkın kadın yaparsa orospu diyen kim? Sen, ben, o, biziz işte.
Sorun biraz da aynada, aynaya bakabilmekte belki.
Kadın mücadelesini ciddiye alanlar binlerce yıllık erkek egemen kültürün tüm kurumları ve değer yargılarıyla cebelleşmek ve hesaplaşmak zorundadır. Marx’ın dediği gibi, ‘Köhnemiş olandan en çok çekenler, yeni olan için en büyük azimle kavgaya atılacak olanlardır
|