CHP Bursa İl Kongresi geride kaldı. Tartışmaları ve etkileri hala sürüyor.
Bursa’da yayınlanan haftalık bir gazetede kongre ile ilgili görüşmelerimi paylaştığım için,
yeni bir değerlendirme yazmayı düşünmüyordum.
Bugün “Kapitalizmin krizinde yeni bir dönem ve Suriye krizi” ile ilgili bir yazı yazmak niyetindeydim.
Ülkemiz, Başbakan’ın “Amerikan atının üzerinde Osmanlı kılıcı sallayarak” yürüttüğü dış politika nedeniyle bir savaşın içinde kendisini bulabilir.
Suriye meselesi “Bizim iç meselemizdir” tespiti savaşın ayak sesleridir.
TRT 1, Samanyolu gibi iktidar sözcüsü TV kanallarını izliyorsanız, haber programlarında belli bir süredir “Esad”a ,”Eset” denildiğini göreceksiniz.
Bir tür “yabancılaştırma” ve toplumu “savaş haline hazırlama” dili bile devreye girmiş durumda.
Suriye krizini tartışmak istediğim bu yazıdan vazgeçtim.
CHP Bursa İl Kongresi sonrasında yapılan değerlendirmelerde ismimin fazlaca anılmasını aslında dert etmedim.
Bugüne değin, “Kişiselleştirilmiş siyaset tarzından öte ülkemizin içinde bulunduğu durum ve bu duruma karşı pozisyon alışta nasıl bir sol? Nasıl bir muhalefet çizgisi? Nasıl bir mücadele?” anlayışını önemseyen bir yerde durmaya çalışıyorum.
Ancak “magazinleştirilmiş siyasi değerlendirme” ortamının bir figürü gibi anılmaya başlanınca iki satır yazmak zorunlu oluyor. Sabır bazen sınıra dayanıyor gerçekten ve insan sessizliğini bozmak zorunda kalıyor.
Aslında yanıt vermek de zor.
Siyaset seviyesinin indiği düzeyden değerlendirme yapmak bu “düzeyi” kabullenmek,
sessiz kalmak ise söylenenler karşısında “yutkunmak” gibi bir duruma düşmek riskini taşıyor her zaman.
Ama sabır ve siyaset aklı bir sınıra geliyor bazen.
Kongrede aday olan bir arkadaşımız (Metin Çelik), gazetesinde sık sık bizimle ilgili değerlendirmeler yapan Mustafa Özdal arkadaşımıza, kongre değerlendirmesi ve sonrasındaki istifalar ile ilgili, hepimizin çok yararlandığı ya da yaralandığı “derin analizlerini” yazdırmış!
Aslında siyaset anlayışı değil, isimler üzerinden değerlendirme yapmak benim tarzım değildir ancak dedim ya “sabır sınıra dayandı” bu kez. Bu nedenle böyle bir değerlendirme yapacağım affınıza sığınarak.
Konuyu köşesine taşıyan yazar arkadaşımız, Ceyhun İrgil ve beni siyasette “misafir” olarak değerlendirmiş ve aday arkadaşımıza da görüşlerini sormuş.
Şöyle demiş aday arkadaşımız:
“Partinin mutfağından gelmiyorsanız ve gökten zembille inmiş gibi belli makamlara getirilmişseniz bu tür istifalar yaşanıyor. Emek vermediğiniz bir makamı işte böyle çok çabuk terk edebilirsiniz. Bizler, işimizi, ailemizi ihmal ettik, yıllarca masraf yaptık partimiz için. Ancak bu iki arkadaş, hiç bir emek vermeden tek kuruş para harcamadan belediye meclis üyesi oldular. Ayrıca Aslanhan ve İrgil istifa ederken bize danışmadı”
Vallahi böyle demiş.
Ben siyaset yaptığımızı sanıyordum anladım ki aday arkadaşımız “ticaret” yapıyormuş.
Ben arkadaşımızın siyasi bir parti olan CHP’ye il başkanı adayı olduğunu sanıyordum oysa arkadaşımız “bir şirkete CEO gözetiminde genel müdür adayı” olduğunu hissediyormuş.
Sol siyasette, “Tekkeyi bekleyen, çorbayı içer” ve “parayı veren düdüğü çalar” anlayışım hiç olmadı bu anlayışı olanlara da sol siyaset yapıyor diyemeyiz şüphesiz.
Emek ve nakit değerlendirmelerine “kişisel” bir yanıt olduğunu ve kişiselleştirmemek gerektiğini bilerek iki satır cümle kurmak ihtiyacı hissettim.
Emek meselesinde; çocuk yaşlarda DEV-GENÇ ile başlayan, hapishaneler, işkenceler, sürgünler, soruşturmalar, davalar, cezalar, sokak mücadeleleri, KESK, meslek örgütü mücadelesi ile süren bir politik mücadele tarihim Kılıçdaroğlu ile başlayan ve “daha halkçı bir çizgi ile duyulan heyecan” nedeniyle CHP’de devam ediyor. Sol siyaset açısından kişisel emeğimi kimse hatırlamasa ben hatırlarım.
Siyaseti yıllarca CHP içinde “adam eksiltme, parti bürokrasisi yaratma, herkesi partiden dışlayarak küçültme, parti içi demokratik kanalları tıkama ve statükoyu hakim kılma” anlayışlarıyla yapanların bir emeği olduğu tartışılır. Emek bu ise doğrudur, ben bu tarza hiç emek koymadım.
Para harcama meselesini dillendirmeyi “görgüsüzlük” kabul ettiğim için “ben de şu kadar ekonomik destek sundum, dayanışmanın içinde yer aldım” diye bir rakamsal ifadede bulunamam, ayıp olur.
Eğer Metin Çelik’ten az harcamış isek bir araya gelir Metin Çelik, Ceyhun İrgil ve ben desteklerimizi “mahsuplaştırırız”. Bu kolay bir iş. Burada döküm yapmak ayıp olur.
CHP’DE SİYASETÇİ TİPLERİ
Mevcut siyaset yapısını gözlemlediğimizde farklı siyasal yapılarda olsa bile üç grup siyasetçi tarifi yapmak mümkün olabiliyor.
1.1.Bireysel beklenti-kişisel çıkar siyasetçileri:
Bu grup daha çok iktidar olan sağ siyasi partilerin siyasetçi ekibini oluşturmakta. Siyaseti bireysel beklentiler ve bireysel çıkarlar üzerinden algılayıp, bu davranışı meşru gören ve siyasetin tarifini de böyle yapan bir gruptur, bu grup. Büyük çoğunluğu sağ siyasi partilerde toplanmaktadır. Sık parti değiştirirler. İktidar rüzgârları nereden esiyorsa kıblelerini o tarafa çevirirler. Ortak özellikleri siyasete başladıkları dönemle siyaseti sürdürdükleri ve sonlandırdıkları dönem arasında “mal varlıklarında” ciddi değişimler olmasıdır. Eğer siyasete bürokrasiden dâhil olmuşlarsa her daim değişik düzeylerde kamusal yönetici olarak tanırız onları.
1.5. Bireysel beklenti-toplumsal çıkar siyasetçileri:
Bu grup daha çok merkez sol siyaset çevresinde toplanmış, nadiren arasında sağ siyasetçilerin yer aldığı bir heyettir. Siyasetin popüler yanını önemseyen ancak siyaset kulvarını toplumsal beklentileri karşılamak için zorlayan bir gruptur. Bireysel çıkarları için uğraşmazlar, ancak kişisel pozisyonlarını riske etmeden, reel siyasetin izin verdiği ölçüler kadarıyla toplumsal beklentileri ifade etmeye çalışırlar. Bireysel beklentiler ile toplumsal çıkarların karşı karşıya geldiği durumlarda ve politik zeminlerde “bireysel beklentileri”ni öne geçirmekten kaçınmazlar.
9.9.Toplumsal beklenti-toplumsal çıkar siyasetçileri:
Daha çok baraj altı ve parlamentoda bulun(a)mayan partilerde siyaset yapan inatçı, sabırlı, ideolojik doğruları ve kırılmaları olan siyasetçilerdir. Toplumsal beklenti ve toplumsal çıkar denilince akla sol geldiği için çoğunluğu baraj altında kalan sol partilerde bulunmakla birlikte parlamenter sol partilerde de sıkça rastlamak mümkündür. Nadiren sağ partilerde de kendilerine yer bulabilirler ancak buradaki siyasi varlıkları uzun süreli olmaz. Bir şekilde çıkarları zarar görenler tarafından siyaset kulvarının dışına itilirler.
(Ara not: buradaki 1,1-1,5-9,9 sınıflaması hata sonucu yapılmamıştır. Sonuçta 1,1-1,2-1,3 olarak da yapılabilirdi. Ara formlar tarif etmek mümkündür. Ancak bu tarif bu yazının konusu değildir.)
CHP’yi “kendi malı gibi algılayan”, kendi siyasal ve bireysel çıkarı dışında olan herkesi “misafir” olarak gören “siyaset esnafı” hangi gruptadır siz karar verin.
Ekonomik gücü olmayan-emekçi partililer bu açıklamalar karşısında moralini bozmamalıdır. “Siyaset ekonomik bir güç gerektirir. Bu ekonomik güç kentin ekonomik ve siyasi elitlerinde toplanmıştır. Siyaset yapmaya bizim ekonomik gücümüz yetmez” türünden bir kaygı nedeniyle siyasetten uzak durmaya bence hiç gerek yoktur.
Siyaseti toplumsallaştırmak, toplumu siyasileştirmek her tür ekonomik grubun bu sürece müdahil olmasıyla mümkün olacaktır. Evet, arkamızda ihale gücü, çıkar ilişkileri, sermaye desteği olmayabilir ancak aydınlık bir ülke isteği ile kuracağımız dayanışma ilişkileri ile bu ekonomik zorlukları aşacağımız bir zeminimiz hala mevcuttur. Sadece “az veren candan, çok veren maldan” türünden bir dayanışma ruhuna ihtiyacımız vardır.
Emekten ve özgürlüklerden yana tutum almak, bu tutumu güçlendirmek bu tutum için mücadele etmek geleneksel siyasetin “siyaset esnafı” temsilcileri tarafından “romantik solculuk” olarak küçümsenebilir, itibarsızlaştırılabilir, aşağılanabilir. Biliniz ki bu türden ideolojik saldırıların hiçbir değeri yoktur. Sonuçta siyaset toplumsal düzene bir müdahale aracıdır. Toplumsal düzeni uluslararası sermaye lehine düzenlemeye çalışanlar kadar emeği ile geçinen yoksullar, emekçiler, işsizler ve bir cümle sistem mağdurları adına siyasete müdahale etmeye çalışmakta meşrudur. Özgürlükler mücadelesi dünyanın her yerinde en değerli mücadele alanıdır. Onurludur. Bu onurun öncesi-sonrası, ev sahibi-misafiri olmaz, olmamalıdır.
SONUÇ
Daha önce paylaşmıştım.
CHP Bursa İl Kongresi değerlendirmesini özetlersem; kim kazandı sorusuna yanıtım,
“Herkes kaybetti. Kongrenin kazananı olmadı” olur.
Ben bu kongreden şunu anladım. Bugün parti örgütlerinde çalışan insanların birçoğu, geleneksel siyasetin kalıplarını aşamayan bir düşünce hali içindeler. Bir partinin gerçekten yenilenmesi için toplumsal olarak da yenilenmesi gerekir. Partinin sadece liderinin, il/ilçe örgütlerinin ya da yürütme organlarının değil aynı zamanda bu parti içinde çalışan insanların, o partiye emek veren insanların değişiyor olması da gerekir. Oysa bugün hala kadrolar eski alışkanlıklarla siyaset yapıyor CHP içinde.
Önümüzdeki dönemde ancak aşağıdan gelen bir dalga olabilirse parti sosyolojik anlamda kendini yenileyebilir. Aile sigortası, taşeron uygulamasına son vermek, çocuk bütçesi gibi somut vaatler oy ilişkisinin ötesinde yeni toplumsal grupları partiye çekebilirse, aşağıdan gelen o baskıyla parti yönetimi kendini yenileme ihtiyacı duyabilir. Yalnızca böyle bir sosyolojik yenilenme olması durumunda partiyi radikal bir biçimde değişime uğratacak bir siyasal irade ortaya çıkabilir. Aksi durumda geleneksel siyasetin sınırları içerisinde inandırıcı, iddialı ve muhalif bir parti örgütü yaratmak mümkün olmayabilir.
KİŞİSEL SONUÇ
Yazının burasına kadar sabredip okuyabilenler için kişisel olmasını göze alarak son cümlemi kurmak istiyorum.
Arkadaşım Ceyhun İrgil her zaman “insani değerleri”, “siyaset ihtiyaçlarının” önünde tutarak hayata bakar. Benim açımdan ise “insani değerler” önemlidir en az “siyasi değerler” kadar.
Ancak biliyorum ki her ikimiz tarafından da hiçbir görev “makam” değildir. Belediye meclis üyeliklerini makam olarak gören dostlarımıza da o makamları bırakmak da bir erdemdir. Hayırlı olsun. Çok para harcamasınlar temennisiyle
|