Son dönemde nedense şöyle bir refleks edindim: CHP’yi eleştirmek istediğimde, önce durup bir düşünüyorum, sonra bir kere daha düşünüyorum, ondan sonra yazmaya başlıyorum. CHP hiç hata yapmadığından ya da ana muhalefetin her yaptığını onayladığımdan değil. Ancak memleket medyası, gazeteciliğin temel fonksiyonlarını unutup iktidarı eleştirmeye, liderleri sorgulamaya o kadar isteksiz hale geldi ki, ortada eşit rekabet koşulları kalmadı. Gazetecilikte ayakta kalmanın formülü, ‘İktidara çatma; orduya, CHP’ye vur.’ Hal böyleyken sürekli bizden isteneni yapmak, güçlüyü görmezden gelip orantısız bir biçimde güçsüze yüklenmek bana etik gelmiyor.
Gelmiyor, gelmiyor da... Bu da CHP’yi hiç eleştirmeyeceğiz demek değil.
Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’nun son Suriye çıkışı... Seçim sürecinde dış politikada Ak Parti’nin açıklarını yakalama konusunda pek maharetli davranamayan CHP, iki gündür talihsiz açıklamalarla, Arap Baharı’nı, dünyanın değiştiğini, Türkiye’nin kendi bölgesinde artık bir ‘lider ülke’ olduğunu hiç kavrayamamış izlenimi veriyor. Suriye’den her gün onlarca ölüm haberleri gelirken, Arap âlemi başta olmak üzere dünya kamuoyu Hama’da yaşananları infialle karşılarken, Kemal Bey’in, adeta Onur Öymen’in kaleminden çıkmış bir metinle Ankara’nın Beşar Esad’a ‘Dur’ demesini eleştirmesine, anlam veremedim.
Bir kere, CHP liderinin açıklamalarından, partisinin uluslararası camianın nabzını pek ‘okuyamadığı’ anlaşılıyor. Gerçek şu ki, Suriye konusunda dış dünyada ve Batı’da tek bir konsensüs varsa, o da Esad rejimine karşı ‘askeri bir seçenek’ olmadığı. Bu, Irak benzeri bir durum değil. Kimse savaş istemiyor, böyle bir hazırlık hatta ima dahi yok. Daha da ötesi, aslında İsrail ve Batı’da birçok ülke, Esad’ın gitmesinin istikrarsızlık yaratacağından korktuğu için, gerçekte diktatörün kalıp ülkesini ‘ehveni şer’ bir reform sürecine götürmesini tercih ediyor. Ne yazık ki!
Ama nedense Kemal Bey’in hafta sonu yaptığı ‘Ne ABD, ne AB, tam bağımsız Türkiye’ kıvamındaki açıklama, sanki bir savaş ihtimali varmış gibi “Türkiye’yi Suriye’ye yönelik aktif müdahalede rol oynamaya zorlayacaklardır. Eğer bir Başbakan çıkıp da ‘Sabrın sonuna geldik’ diye bir söz söylüyorsa, bunun arkası askeri müdahaledir. Suriye halkı ihaneti unutmaz’” diyor.
Gelelim ‘Suriye halkı’ meselesine... Kemal Bey ‘Suriye halkı’ ile ‘Esad rejimini’ karıştırıyor. Suriye halkının alenen özgürlük istediği, rejimin baskıcı bir dikta olduğu, marttan bu yana 2000 kişinin cenaze ve gösterilere ateş açılmak suretiyle öldürüldüğü, tutuklu sayısının 15 binlere çıktığı ortadayken... Sizce ‘Suriye halkı’ ‘Durdur bu katliamı’ demek için Şam’da 6,5 saat dil döken Ahmet Davutoğlu’na mı yoksa şu zamana kadar komşuda yaşanan katliam konusunda ağzını bile açmamış CHP’ye mi kızacaktır?
Bırakın Suriye halkını, asıl ‘Türkiye halkı’ Suriye’de yaşananlardan çok rahatsız. Artık twitter çağında her şey gözler önünde. İnsanlar iftar vakti, akşam televizyonlarının başında tankların Hama’yı topa tuttuğunu dehşetle izliyor. Bu durumda ‘çağdaş’ Türkiye’yi savunan CHP’nin, diktatörlük yerine insan hakları ve demokratik değerlere sahip çıkması lazım değil mi?
Başbakan’ın ‘Sabrımız taşıyor’ demesi, geç kalmış ama doğru bir adımdır. Ahmet Davutoğlu’nun Şam gezisi de.
Hükümetin eleştirilecek çok yanı var; ama Ortadoğu’da demokrasiye sahip çıkması, rejimler yerine halklara oynaması doğrudur. Ben bu ortamda CHP’den ‘izolasyonist’ bir Türkiye özlemiyle ‘Ne işiniz var orda!’ tavrı yerine, ‘Niye bu zamana kadar sessiz kaldınız? Niye zamanında Esad’la bu kadar kanka oldunuz? Madem diktatör olduğu belliydi niye bu adamı daha geçen yıl ‘stratejik ortak’ ilan ettiniz, ortak bakanlar kurulu yaptınız?’ gibisinden laflar beklerdim.
‘Neden akan kanı durdurmaya çalışıyorsunuz?’ lafını değil.
|