BAZILARIMIZ için çok kolay.
Onlar, kabul ediyor, destekliyor...
Bazılarımız için ise, o kadar kolay değil.
Hatta imkânsız.
Adını duyduğu, televizyonda gördüğü an, yolunu değiştiriyor.
Türkiye bugüne kadar, böyle bir siyasetçi tipini tanımadı.
Başbakan Tayyip Erdoğan’dan söz ediyorum.
İster sevelim, ister kızalım.
Duygularımızı ister “hayranlık” mertebesine çıkaralım, ister “nefret” çukurlarına indirelim.
Tayyip Erdoğan’ın bir “duruşu” var.
Bir Tayyip Erdoğan tarzı var.
Kimine hayranlık veren, kiminin içine korku salan, ama illa da ilgisiz bırakmayan bir tarz.
Hayranlığın en koyusunun içine bile biraz da “korku” rayihası katan.
“Korku”nun en koyusunu, itiraf edilemeyen bir hayranlık duygusu ile melezleştiren bir tarz bu.
İddia ediyorum.
En büyük düşmanının bile arka odasına hapsedilmiş gizli bir Tayyip Erdoğan hayranlığı vardır.
En basit ifadesiyle, “Niye bizde de böyle biri yok” dedirten esir bir hayranlık.
Vardır, çünkü o duyguyu hak eden bir duruşu var.
İyi bir “Beyaz Türk” olarak ben de böyleyim.
İkircikliyim, kararsızım.
Bir öyle düşünüyorum, üç dakika sonra ise şöyle.
Çevrem ona atıp tutmaya başladığı zaman, içimdeki öteki, Erdoğan’ı savunmak için mevziye giriyor.
Ama karşıma iman etmiş, imandan gözü kararmış bir “Erdoğan hayranı” çıktığında, aynı öteki, bu defa taarruz hatlarına geçiyor..
Erdoğan tarzına karşı bir ruh terkibim var mı diye bakıyorum.
Var... Yaptıklarına, duruşuna yüzde 70 hayranlık.
Ama geride bir yüzde 30 kızgınlık var ki.
Bazen kimyamı bozuyor.
Sonra bu ruh halime tahliller yapıyorum.
Diyorum ki:
“Bir gazeteci”, bir “pop sosyolog”, hadi onları da bırakın sıradan bir vatandaşın siyasetçiye bakışı ne olabilir?
Vatandaşın kafasında, iyi siyasetçiyi, gerçekten iyi ve başarılı yapan altın oran bu değil midir?
Mutlaka beğendiği, çok beğendiği şeyler vardır.
Mutlaka tasvip etmediği şeyler de.
Eee, o zaman yüzde 70 hayranlık, yüzde 30 tasvip etmeme, ideal bir vatandaş profili olarak kabul edilemez mi?
Yani iyiyi destekleyen, iyi olmayanı eleştirebilen...
Yine de Başbakan Erdoğan’ın en beğendiğim yanı, beni “şaşırtması...”
Kendi paradigmalarını kendi kıracak bir cürete, bir tarza sahip olması.
Trabzon’daki vatandaş, onun yürüyüşünde, Davos’ta, Gazze’de duruşunda, kendinden bir şeyler bulabilir.
Bense paradigma kırışında, beni şaşırtmasında, meydan okumasında, bazen de, her an kaza çıkarabilecek sınırlarda dolaşmasında kendimden bir şey buluyorum.
Kafam karışsa da benimsemesem de buluyorum.
Mesela, yeni “Kürt” politikasında, o politikada taviz vermeden duruşunda.
Mesela Kıbrıs politikasında.
Meydan okumayı, yani karakterinin en önemli parçasını, bölgesel ve uluslararası bir enstrüman haline getirmesinde...
Hayatı, hiç kırılmamış, kırılamamış putların kuytularında geçenler için bu, “çok tehlikeli” bir karakter gibi görülebilir.
Bense farklı düşünüyorum.
Kişisel farkını, şahsiyetini, renklerini, hayatının dışına, yaptığı işe taşıyamayan insanlar başarılı olamaz.
Erdoğan’ın da kendi iç dünyasında, öfkeyle, akıl, kişisel duruşla, siyasi şahsiyeti arasında altın bir denge kurduğuna inanıyorum.
O şahsiyet bana göre şu cümlede ifadesini buluyor:
“Herkes bana güvensin; ama kimse bana güvenmesin”.
Bu cümlenin arkasında, riskli bir siyasi şahsiyet görebilirsiniz.
Ama, bütün dengelerin altüst olduğu bir dönemde, sağlam ve yeni bir siyasi duruş da görebilirsiniz.
Güvenilecek işlerde güvenmek, yanlış işlerde güvenmemek.
Onun deyişi ile “Arkadaş noktasında da, Türkiye noktasında da uluslararası ilişkiler noktasında da...”
Benim görüşüm ne mi?
Yüzde 80 ikincisi...
Yüzde 20’yi de, risk payı olarak ayırıyorum.
|