Bülent Arınç: Türkiye sadece Dersim’i değil İskilipli Hoca’yı da konuşmalı!
Başbakan Yardımcısı Arınç, ’Dersim İsyanı’nın yıllardır hep tartışıldığını belirterek, “Âlemde hiçbir gerçek gizli kalmamalı. Dersim gerçeği ortaya çıkarılmalı ve tarihimizle yüzleşmeliyiz” dedi
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, dün, Antalya’nın Alanya ilçesinde ilçe protokolü ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle kahvaltıda bir araya geldi. Kahvaltı sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlayan Arınç, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün ’Dersim İsyanı’ ile ilgili açıklamalarını değerlendirdi. 1930’lu yılların ortalarında ’Dersim İsyanı’ diye bilinen çok zor bir dönem yaşandığını belirten Arınç, şöyle konuştu:
-GİZLİ KALMAMALI: Çünkü o günleri yaşayanların ifadesiyle insanlar sığındıkları yerde bombalanmak suretiyle, Sabiha Gökçen’in de içinde bulunduğu uçaktan atılan bombalarla fareler gibi öldürüldüklerini ve toplu olarak katliam yaşandığını söylüyorlar. Bu bilgiler sadece Dersim olayları sonrası idam edilen Seyit Rıza’ın iddiaları değil. Onunla birlikte olanların da çocuklarıyla, kadınlarıyla, hayatta kalanların sürüldüğünü, çocukların başkalarına evlatlık olarak verildiğini, ’Dersim’in Kayıp Çocukları’ isimli kitaplar da yazıldığını biliyoruz. Şüphesiz Atatürk hayattadır ve İsmet Paşa Başbakan’dır ve sorumlu bir hükümet de vardır, Cumhuriyet Halk Partisi hükümetidir. Dolayısıyla âlemde hiçbir gerçek gizli kalmamalıdır. Dersim gerçeği bugün ortaya çıkarılmalı ve tarihimizle yüzleşmeliyiz.
-MUĞLALI KIŞLASI DEĞİŞTİ: Nasıl Mustafa Muğlalı’nın ismi yanlış olarak bir kışlaya verilmiş ve yıllar sonra o kışladan ismi kaldırılmışsa. 33 suçsuz insanı kurşuna dizen General Mustafa Muğlalı, askeri mahkeme tarafından yargılanmış ve mahkum edilmiş, hayatını cezaevinde kaybetmişse. Halka karşı işlediği suçun karşılığı hiçbir zaman olayın yaşandığı yerdeki kışlaya isminin verilmemesiydi. Sağolsun bu yanlış bugünkü komutanlarımız tarafından giderildi ve bir şehit astsubayımızın ismi o kışlaya verildi.
-KOMİSYON KURULABİLİR: Tarihimizle yüzleşmek adına Dersim’in bütün gerçekleri açıklanmalı ve bu konu gerek o zamanki siyasetçilerin varsa yanlışları, varsa doğruları, halka karşı ne yapıldığı, isyanın ana sebepleri, isyana karışanların kimlikleri ve isyandan sonra yaşananlar, bir tarih süzgecinden geçirilerek ortaya konulmalıdır. Bununla ilgili olarak Meclis’te bir araştırma komisyonu dahi kurulabilir. Biz gerçeklerin bizi acıtsa bile ortaya çıkmasından yanayız.
-ÇAĞLAYANGİL’E ANLATMIŞTI: O bölgenin bir milletvekilinin Dersim’de yaşananlarla ilgili olarak kendi partisini sorumlu tutan davranışı bence önemlidir. Ben o kişinin avukatı değilim ama o partide bu konuşmaya karşı çıkanlar vardır. Burada önemli olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutumudur. Çünkü bu kişi Tuncelilidir. Hatta o isyan ve isyan sonrasındaki şikayetlerini o dönem İhsan Sabri Çağlayangil’e anlattığı bilinmektedir. Demek ki o olaydan kendisinin de şikayetçi olduğu bir gerçektir.
-İSKİLİPLİ ATIF HOCA: Tarihimizle yüzleşeceğimiz şeyler sadece Dersim’den de ibaret değil. Mesela İskilipli Atıf Hoca konusu da üzerinde durulması gereken bir konudur. Merhum İskilipli Atıf Hoca’nın neyle suçlandığı, niçin idama mahkum edildiği ve ona karşı yöneltilen adeta zulmü Türkiye’nin de artık konuşması lazım.
Savunmasını yapmadan idam edildi
İskilipli Atıf Hoca, İskilip’in Tophane köyünde doğdu. 1902’de medresedeki öğrenimini bitiren Atıf Hoca ve aynı yıl mesleki kariyer sınavı kazanıp ertesi sene Fatih Camii’nde ders vermeye başladı. 31 Mart vakasından sonra Sinop’a sürüldü. Oradan Sungurlu’ya gönderildi. 26 Aralık 1925’te tekrar tutuklanarak Ankara’ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı günü Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Savcı, İskilipli Atif Hoca için 3 yıl hapis cezası istedi. Mahkeme, savunması için bir gün sonraya bırakıldı. Ancak ertesi gün mahkeme reisi Kel Ali, müdafaa yapmaya gerek görmeyen İskilipli Atif Hoca’yı idama mahkûm etti. İskilipli Hoca 1 hafta sonra Ankara Samanpazarı Meydanı’nda asıldı. Ankara’da bulunan mezarı bulunduğu park yerinden 2009 yılı başında İskilip Gülbaba mezarlığına taşındı.
Dersim’de neler oldu?
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün geçen hafta, “Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP’dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardır” açıklamasıyla, hem CHP’yi kaynattı, hem de yakın tarihin karanlık tarihini tartışmaya açtı. Peki Dersim’de 1937-1938 yıllarında ne oldu? Bu soruyu tarihçiler yanıtladı...
EVET, tarihimizin en tartışmalı sayfaları CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün geçen haftaki çıkışıyla açıldı. CHP’li Aygün, “Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP’dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardır” dedi. CHP’li Aygün’ün “Sorumlu devlet ve CHP’dir. Atatürk de haberdardır” dediği “Dersim Olayı”, Osmanlı döneminde başlayan aşiret ayaklanmalarının nihayeti 1937 ve 1938 yılları arasında CHP’nin iktidar olduğu tek parti döneminde bugün Tunceli olarak bildiğimiz Dersim’de yaşandı.
Resmi raporlara göre 13 bin, gayri resmi kaynaklara göre ise 40 bin kişi hayatını kaybetti. Ayrıca, olaylar sonrasında 12 bin kişi sürgüne gönderildi; genç kızlar ve küçük çocuklar ailelerinden koparıldı... Tarihçiler, bu dönemi şöyle anlatıyor...
Çağlayangil’in iddiası: Ordu zehirli gaz kullandı
Tarihçi Ayşe Hür “Dersim müşkilesi”ne son verirken kullanılan araçların neler olduğunu kendisine postayla ulaştırılan bir ses kaydından öğrendiğini söylüyor. Kayıtta Süleyman Demirel hükümetlerinin ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’le, emekli olduktan sonra, 1986’da yapılan bir röportajdan bölüm var. İddiaya göre Çağlayangil’le bu röportajı yapan kişi ise Kemal Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu o yıllarda hesap uzmanı olarak çalışıyor, bir yandan da Dersim gerçeğini araştırıyor. İddiaya göre Kılıçdaroğlu röportajı Demirel’in aracılığıyla yapmış. O günden bu yana bu bant kaydı internette dolaşıma girdi. Kılıçdaroğlu’ndan herhangi bir itiraz gelmedi. Ses kaydında Çağlayangil şöyle diyor: “(...) Tercümana Kürtçe anlattı. [Kürt adam şöyle dedi] (...) Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler...”
‘Dersim 1948 yılına kadar yasak bölge kaldı’
-Ayşe Hür (Tarihçi): Kızılbaş Kürtlerin yurdu Dersim’i hükümetin gözünde “çıban başı” yapan, Dersimlilerin Osmanlı’dan beri alışık oldukları gibi özerk yaşamak istemeleri, devlete vergi ve asker vermeye yanaşmamalarıydı. Ama Cumhuriyet kadroları işi kökten halletmeye kararlıydılar. 1925 Şeyh Said, 1926-1930 Ağrı isyanlarının bastırılmasından sonra sıra Dersim’e gelmişti. 14 Haziran 1934’te Türkiye’yi etnisite esasına göre üç bölgeye ayıran 2510 sayılı İskan Kanunu çıkarıldı. 25 Aralık 1935’te bir nevi sıkıyönetim kanunu olan 2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun çıkarıldı ve Dersim’in adı Tunceli (Tunç Eli) olarak değiştirildi. Her şey İsmet İnönü tarafından 1935’te hazırlanan “Şark Raporu”nda Dersim için ‘Islahat Programı’ açıklanmasıyla başladı. Bu programa göre, Dersim’e yol, köprü, okul, kışla yapılacak, askerlik ve vergi işleri düzene konulacak, ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak, zorbaların malları devlete geçecek, halka toprak, ziraat aletleri ve tohumluk verilecekti. Dersim’i haydut yatağı durumuna getirenler, Batı illerine nakledilecek, orada iskân edilip, namuslu, eğitilmiş vatandaşlar haline getirileceklerdi. Dersim tamamen boşaltılacak ve burada Bakanlar Kurulu’nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecekti. Böylece, resmi tarih tezine göre “Horasan’dan gelme, öz Sünni Türk olan ama sonradan Kızılbaş Kürtlere dönüşen Dersimliler”, asıl çevrelerine, benliklerine kavuşacaktı. İnönü’nün açıkladığı önlemler arasında “Türklerin yoğun olduğu yerlerde kız ve erkek yatılı okulları açılarak Dersim’den beş yaşını doldurmuş kız ve erkek çocukların okutulup büyütülmesi, bunların kendi aralarında evlendirilerek, kendi ana ve babalarından kalan mallar ve mülklerin içinde birer Türk yuvası haline getirilmesi” de vardı. Aslında daha program hazırlanırken, jandarmaca aranan üç bin yedi yüz kişiden iki bini güvenlik güçlerine teslim olmuş, “asayişsizlik” olaylarında önemli bir azalma kaydedilmişti. Tüm bunlar yaşanırken Diyarbakır’dan kalkan üç uçak filosu bölgeye bombalar yağdırmıştır. Bu uçaklardan birini Mustafa Kemal’in manevi kızı ve Türkiye’nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen kullanmıştır. 6-16 Eylül 1938 arasındaki harekâtın bilançosu bölgede ölü ve diri yedi bin 954 kişi çıkarılmıştır. 1.019 silah toplanmıştır. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından bizzat seçilen üç bin 470 kişiden oluşan 347 aile Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Manisa ve İzmir gibi Batı illerine serpiştirilerek yerleştirilmiştir.
‘Askerlerin raporları her şeyi gösteriyor’
- Masis Kürkçügil (Araştırmacı yazar): Merkez tarafından denetime alınanmamış bir ülkedir Dersim, ulus devlet inşa etme projesi olmadan önce merkezi bir devlet oluşturma bağlamında herkesi zapturapt altına almayı düşünür, vergi alacaksın, kendi hukukunu geçerli kılacaksın, ritüellerini normlarını geçerli kılacaksın. Tüm bunlar Dersim’de yapılamamıştır ve düzen kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Abdülhamit döneminden beri İttihat ve Terakki dönemi de dahil Dersim’in düzene sokulması için çeşitli raporlar ve faaliyetler vardır. İttihat Terakki’nin yetiştirdiği insanlar cumhuriyet döneminde de çeşitli raporlar hazırlamıştır. CHP içinde daha muhafazakar kesimler bu sorunu bildikleri radikal yoldan Türkçe yayımlanmıştır CHP’li Hüseyin Aygün bu sözleri uydurmadı. Zaten Aygün’ün söylediklerini resmi raporlarda yazıyor. Hüseyin Aygün bu sözleri Türkçe kaynaklardan almıştır. Aksini söylemek için cahil olması lazım. İnsanlar bir rejimden mutluysa sorun olmaz, aynı tarihte Fransa bize Hatay’ı bıraktı. Hangi ‘dış mihrak’ Dersim isyanını organize eder ki? Bu iddiada bulunanlar dış mihrakın uzantısıdır, bu nedenle bu safsataları söylüyorlar. Askerlerin raporlarından isyanın bastırılmasını okumak lazım. Askerlerin raporları her şeyi gösteriyor. Harekatta bulunmuş olan sivil ve ordu mensupları ordunun gaz kullandığını aynı Çağlayangil gibi söylüyor.
‘O yıllarda Atatürk ölüm döşeğindeydi’
- Ali Kaya (Tarihçi, Dersim Tarihi adlı kitabın yazarı): Dersim harekatı, 4 Mayıs 1937’de bakanlar kurulunun aldığı ortak karardır. Bu kararın alınmasına kadar da 1903 yılından 1937 yılına kadar Dersim hakkında toplam 18 rapor yayımlandı. Bunların içinde sadece 1926’da yayımlanan, Cemal Bardakçı’nın raporu tarafsızdır. Diğer tüm raporlar ise ön yargı ile hazırlanmıştır. Raporlardaki genel yargıya göre “Sünniler devlete bağlıdır ve devlet için çalışırlar. Ancak Dersim’in çoğunluğu Alevi’dir ve Sünniler’in tam tersi hareket ederler.” Naşit Hakkı Uluğ’nun raporunda ise, “Dersim’in önce tırnağını sökmeli,daha sonra da silahlarını almalı ve başlarındaki zorbaları zorba olamayacakları ovalara çekmeli. Bakın ondan sonra Dersim’in Kayseri’den farkı kalır mı?” ifadeleri yer alır. Bu rapora karşılık Cemal Bardakçı, daha objektif bir rapor hazırlayarak Dersimliler’in Horosan’dan geldiğini, Türk halkından farklarının kalmadığını ve halktan üç beş kişi müstesna ağalar dahil tüm Dersimliler’in fakirlik içinde çırpındıklarını belirtir: “Dersimde ortaya çıkan soygunun asıl nedeni fakirlikten dolayı halkta oluşan hayatta kalma içgüdüsüdür. 400 yıldan beri devlet Dersim’de bir otorite kuramamıştır. Doğal olarak her Dersimli canını ve malını korumak kaygısı ile silah bulundurur.” 1931 İbrahim Tali’ye ait raporda ise Dersim’i cezalandırma harekâtının başarıya ulaşamadığı çünkü suçluların kaçıp kurtulduğu ve masum insanların cezalandırılarak boşalmış köylerin yakıldığına yer verilir. Bu raporda geçenleri emekli Albay Hulusi Kayagil “Bize verilen emir tek kelime ile imhaydı” sözleri ile destekler. İhsan Sabri Çağlayangil ise verdiği bir mülakatta ordunun gaz kullandığını ve bu gazları mağralara da bıraktığını anlatır. Bu harekatın gerçekleşmesinde Atatürk’ün varlığı da olaya nasıl bakıldığına göre değişir. Çünkü harekatın gerçekleştiği yıllarda Atatürk son derece hastaydı. Elbette harekâtın gerçekleşmesinin altında onayı vardır ama hastalığı sürece bu harekâtın bir katliama dönüştüğünü gördüğünü düşünmüyorum.
|