Durum vahim. Televizyonda Kürt meselesi ve terör konusunda ahkâm kesen herkes, günlerdir amatör istihbaratçı edasıyla teori üstüne teori anlatıyor.
Yok efendim Silvan’daki saldırıyı Ali Haydar Kaytan grubu yapmış. Yok PKK içindeki Şahin kanadı Öcalan’a bayrak açmışmış. Cemil Bayık, Suriye ve İran’la çalışıyormuş vs.
Medya bir süredir revaçta olan ‘İyi Kürtler-Kötü Kürtler‘ ikilemini bir adım daha ileri götürerek ‘İyi PKK-Kötü PKK’ tezini işliyor. Kimi gazeteler, İmralı’daki Abdullah Öcalan‘ı neredeyse akil adam ilan etmiş durumda. Öcalan, ‘Yapmayın, etmeyin’ diyor; Kötü PKK dinlemeyip kan döküyor, Kötü Kürtler dans ediyor.
Henüz ‘Ergenekon yaptı‘ diyen yok, ama bazı gazeteler klasik refleksle Silvan saldırısında yine ‘derin PKK’ ve ‘derin asker’ işbirliği olduğunu ima edip duruyor.
Keşke hayat hayallerindeki komplolar kadar basit olsa.
Bu teoriler iyi hoş da, Kürt meselesi ve PKK gerçeğini anlamamıza yardımcı olmuyor.
Meselenin özü şu: Kürt sorunu artık PKK sorunu demek ve PKK sorunu bir istihbarat oyunu değil. ‘Onu devşirsek hallolur, ‘Öcalan’ı ikna edersek silah bırakırlar’ gibisinden eski metotlarla çözülemeyecek kadar çapraşık bir boyutta. Boş boş isimler sıralayıp, ‘o komutan, bu komuta’ deyip televizyonlarda istihbarat kırıntıları aktarmanın anlamı yok.
Gerçek şu ki, PKK, sınırlarımızın içinde ve dışında, en az 5000 silahlı adamı (ve kadını), şehirlerde organizasyon kabiliyeti, sivil ve siyasi düzlemde legal yapılanmaları ve Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde ciddi temsil kabiliyeti olan bir örgüt. Yanlış mı?
Silvan’ın arkasında ister Bayık, ister Murat Karayılan ya da Çin gizli servisi olsun ne fark eder? Onlar olmasa başka biri olacak zaten. Çünkü sınırlarınızın içinde devlete isyan eden bu ölçekte büyük bir yapı olduğu sürece insanların ölmesi, el bombalarının patlaması, her türlü ateşkese rağmen şiddetin tetiklenmesi kaçınılmaz.
Derdim şu, eli silah tutan adama operasyon yapmakla ne PKK, ne de Kürt meselesini çözmek mümkün.
Ya silahsız PKK? Silvan’da, Kandil’de, Şırnak’ta operasyon yapabilirsiniz. Ama ya Gazi Mahallesi’nde Kürtçe ‘Şehit Namırın’ diye slogan atan, Diyarbakır’da yüzünü poşuyla kapatıp gösteri yapan genç? Sayıları birkaç bin değil, birkaç milyon olan bir kitleden söz ediyorum. PKK elebaşlarını öldürseniz, tüm BDP yöneticilerini tutuklasanız, Öcalan’ı tamamen ikna etseniz bile, bu hareketin toplumsal tabanı taleplerinden vazgeçmeyecek gibi. Hele de 2011 Arap Baharı yazında...
Unutmayın ‘Kürtçe eğitim’ talebiyle çıkan bir Facebook sayfası bile Diyarbakır İstasyon Meydanı’nı Tahrir’e dönüştürebilir. Ve tüm dünyanın gözü önünde.
İşte tam da bu yüzden devlet 2008’den itibaren bu krizi askeri yöntemlerle değil siyasi müzakere yoluyla çözmeye karar verdi. Ciddi ve gerçekten devlet katında alınmış, isabetli bir karar bu.
Ancak bu süreçte kapalı kapılar ardında yaşanan gel-git’ler, hem PKK hem de hükümet içinde ‘eski refleksleri’ tetikliyor. Dil, ileri değil geri gidiyor. Sonuçlarını hesaplamadan hoyratlaşıyor. Sonuç? Maalesef yeniden ucu açık bir silahlı mücadele dönemi.
Geçen kış, PKK’nın üst düzey yöneticilerinden Zübeyir Aydar‘la Brüksel’de röportaj yaptım. Aydar, devletle müzakerelerde kilit isim. 17 yıldır Türkiye’ye gelemiyor, ama 3 yıldır devletle pazarlık halinde. Aydar’a, ‘Silahları hemen bıraksanız size destek verenler de mutlu olmaz mı?’ diye sordum. Cevabı ilginçti. ‘Temel talepler karşılanmazsa, hayır. İnsanlara kabul ettiremeyiz. Hepimiz yönetim olarak, “Biz bu işten vazgeçtik silahı bıraktık” desek, karşılığında bir şey yoksa kimse dinlemez. Dağdaki adam der ki, ben o zaman dağa niye çıktım? Cezaevindeki der ki, ben o zaman neden bu kadar yıl cezaevinde yattım. Halk der ki, ben neden bu kadar acı çektim? Biz ancak temel meselelerde taviz vermemek koşuluyla barışı kitlemize anlatabiliriz.’
Keşke yalan söylüyor, PKK propagandası yapıyor, diyebilseydim. Ama korkarım bu, Türkiye’nin Kürt meselesi gerçeği...
|