Bizde siyasetçiler önce darbeyle gider, boş alan oluşunca yeniden gelir ve ancak Azrail'le alanı terk ederler" diye bir halk tekerlemesi var ya, Ecevit ve Erbakan'ın vefatını öğrendiğimde aklıma ilk gelen şey bu oldu. Nitekim 60'lı yılların siyasal hayatına girmiş Ecevit, Erbakan, Türkeş ve Demirel'le oluşan Mahşerin Dört Atlısı defalarca kere darbeyle gitmesine rağmen, şimdi hayatta olmayan üçü, partilerinin başında hayata göz yumdular.
Milli Görüş 1970'lerin ortaya çıkardığı bir olgu değildir. 19. YY sonu ve 20. YY'ın başlarında "Batılılaşma" çabaları sonucu ortaya çıkan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çağdaşlaşması için Batı'nın hem "teknolojik" hem de "medeniyet"ini kabullenmek gerektiğine inanan "Batıcı" akıma karşı, Batı'ya açılmayı salt "teknolojik" olarak sınırlamak gerektiğini savunan "İslamcı akım"ın tezahürü izlenimini vermektedir.
RP'ye açılan kapatma davası 1998'de sonuçlandığında, aslında yasaklı hale gelen Erbakan'ın da aktif siyasi hayatı son buluyordu. Yerine kurulan FP'nin de kapatılmasıyla, R. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç'ın hırkayı çıkarıp, yeni bir partiye yönelmeleri "Milli Görüş Okulu"nun bir daha toparlanamayacağının işareti oldu.
MGK 28 Şubat 1997'de toplandı ve tarihe "28 Şubat post modern darbesi" olarak geçen ve "18 maddeden oluşan, ülke milli güvenliğini ilgilendiren tedbirlerini sıraladığı, birinci tehdidin 'şeriat' olduğu"nun gündeme yazıldığı kararlar alındı. MGK'nın tedbirler paketi, ülke gündemine "bomba", RP'ye ise, "balyoz" gibi düştü. Toplantıda alınan kararlara “evet" deyip bunu yumuşatabileceğini zanneden Erbakan, elleriyle kurduğu ve hükümet yaptığı partisine bunu "anlatamadı".
Her şey, 1960'lı yılların ikinci yarısında başladı. AP (Adalet Partisi) içerisinde A. Tevfik Paksu, Hasan Aksay ve A. Hikmet Güner'in başını çektiği bir grubun çalışmalarına ortak olan ve Odalar Birliği'nin Sanayi Dairesi Başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 1969 yılında Odalar Birliği Genel Başkanı oldu. Ancak kısa bir süre sonra çeşitli nedenlerle Sanayi ve Ticaret Bakanı'nın seçimi iptal etmesiyle, yenilenen seçimlerde, bu görevinden uzaklaştırıldı.
ERBAKAN VE MNP
Erbakan'ın siyasal yaşama girişi işte bu noktada başladı. AP'ye kaydoldu. Ancak Süleyman Demirel tarafından üyeliği "veto" edilince, 1969 seçimlerinde Konya'dan bağımsız aday olarak seçime katıldı ve parlamentoya girdi.
26 Ocak 1970'te kurucuları arasında yer aldığı MNP(Milli Nizam Partisi)'nin Genel Başkanlığı'na seçildi.
MNP'nin 12 Mart'ın gadrine uğrayıp 20 Mayıs 1971'de Anayasa Mahkemesi tarafından "laikliğe aykırı" bulunarak kapatılmasıyla, Erbakan İsviçre'ye hicret etti.
1971 Muhtırası'nın ardından yeniden seçim sürecine girilmesiyle, 11 Ekim 1972 tarihinde Süleyman Arif Emre başkanlığında MSP (Milli Selamet Partisi) kuruldu. Yeni kurulan MSP'nin, "MNP'nin devamı bir parti" olduğu, kamuoyuna kurucuları tarafından deklare edildi.
14 Ekim 1973 genel seçimlerine katılan MSP, "esas itibarıyle Nakşibendiliğin İskender Paşa cemaatiyle, Nurcuların bir bölüm kadrolarının ittifakıydı ve ülkedeki köklü İslami cemaatlerin büyük çoğunluğunun desteğini almayı başarabilmişti."(Ruşen Çakır)
İSLAMCI AKIMIN KÖKLERİ
Birbirlerinin devamı olan MNP, MSP, RP, FP ve kısmen SP'nin kullandığı ideolojik motif 1970'lerin ortaya çıkardığı bir olgu değildir.
Bu ideoloji, 19. YY sonu ve 20. YY'ın başlarında "Batılılaşma" çabaları sonucu ortaya çıkan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çağdaşlaşması için Batı'nın hem "teknolojik" hem de "medeniyet"ini kabullenmek gerektiğine inanan "Batıcı" akıma karşı, Batı'ya açılmayı salt "teknolojik" olarak sınırlamak gerektiğini savunan "İslamcı akım"ın tezahürü izlenimini vermektedir.
Bir toplumda "örf, adet ve gelenekleri değiştirmenin o toplumu yıkacağını" savunan İslamcı akım, Cumhuriyet’le uygulanan yeni politikaları, "geçmişini yeni nesillere unutturma" olarak değerlendirmektedir.
MSP SİYASAL TEMSİLDE
1970'li yıllarda bu kesim MSP ile birlikte "din ve dinsel" tartışmayı çok boyutlu olarak kamu sahasına taşımış ve merkezdeki elitler açısından bir ideoloji oluşturmak istemişti. Siyasal felsefesini ve programını "Milli Görüş" adı altında toplayan MSP, "Milli" kavramını, İslam-Türk tarihinin bir devamı niteliğini tanımlamak için koymuştu. Genellikle 1980'li yıllara kadar iç Anadolu ve kırsal yörelerde alıcı bulan Milli Görüş, 90'lı yıllarda siyasal alternatif oldu.
RP KURULUYOR
Çeyrek asırdır "Milli Görüş"ün partisi MSP, 12 Eylül yönetiminin siyaseti kontrol altına alma ve siyasal aktörleri değiştirme stratejisi gereği kapatılınca, "Refah Partisi"(RP) adıyla resmi olarak 19 Temmuz 1983'te Ali Türkmen tarafından yeniden kuruldu. Vetolar nedeniyle 1983 seçimlerine katılamayan RP'de, Genel Başkanlığa Ahmet Tekdal geldi. Tekdal ile birlikte 25 Mart 1984 yerel seçimlerine katılan RP, yüzde 4.4 oy alarak "toplumsal tabanını koruduğu"nu kanıtladı.
1987 REFERANDUMU
1987'de siyasal yasakları kalkan Erbakan, 11 Ekim 1987'de Genel Başkan seçildi.
Ardından 29 Kasım 1987 erken genel seçimlerinde yüzde 7.16 oyla yüzde 10 barajı altında kaldı. 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde, yüzde 9.8 oy oranına yükselen RP, 5 ilde ve birçok ilçede belediye başkanlıkları kazandı.
20 Ekim 1991 genel seçimlerine MHP ve IDP Islahatçı Demokrasi Partisi) ile birlikte "ittifak" yaparak giren RP, yüzde 16.2 (toplam oy) alarak 44 milletvekili ile parlamentoya girmeyi başardı.
ADİL DÜZEN DOĞUYOR
Sosyalist sistemin çözülüşü ile birlikte ideolojik alanda ciddi alternatiflerle karşılaşmayan RP, yeni olarak "Adil Düzen" adlı, kimilerince "kabile ya da Arap sosyalizmi" olarak adlandırılan "eklektik ve ütopik" bir projeyi siyasal sahaya çekti.
Önceleri ciddi bir proje zannettikleri için, MUSİAD'ın "Serbest piyasacı dindar sermayedarları" çok ciddi öfkeler gösterdi.
İzmir'de "neo-laik" ya da "Toplumcu Müslümanlar" adlı bir grup tarafından ortaya atılan ütopik "Adil Düzen" kavramı, 1985 yılında RP tarafından sahiplenilip 1990'lı yıllarda yapılan seçimlerde her kesime "mavi boncuk" dağıtma aracı olarak kullanıldı.
Aslında RP'nin oy artışı sistemden sosyo ekonomik nedenlerle şikayetçi olan "yoksul kitleler" ile ekonomik güçlerini sistemin merkezinde yer alarak artırmak isteyen "İslami kökenli Anadolu sermayesi”ne akın etmesinden kaynaklanıyordu. Bu gelişme, Türk siyasal tarihinde yeni elitlerin siyasal sürece bir müdahalesiydi.
ERDOĞAN VE RP
27 Mart 1994 yılında yapılan yerel seçimlerde büyük patlama gösteren RP, yüzde 19 oy oranına yükselerek İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Kayseri, Konya, Erzurum gibi 22 il ve 92 ilçe, 207 beldede toplam 327 belediye başkanlığı kazandı.
RP, bu oy patlamasını 25 Aralık 1995 genel seçimlerinde de göstermiş, yüzde 21.4 oy alarak seçimden 1. parti olarak çıkmıştı.
ERBAKAN BAŞBAKAN OLUYOR
Çankaya'dan hükümeti kurma görevini alan Erbakan, bütün partilerle görüşmesine rağmen "hükümet olamadı"
Başta TÜSİAD olmak üzere bütün sermaye kesimlerinin talebiyle kurulan ANAYOL Hükümeti; merkez sağın iç kısır çekişmelerinden ve hükümet kuruluşundaki prosedür hatasından dolayı yıkılınca, yeniden hükümet kurma görevini almış olan Erbakan, ANAP ile 42 gün süren görüşmeler aniden son bulunca; DYP Genel Başkanı hakkında verdiği malvarlığı, TEDAŞ, TOFAŞ soruşturma dosyalarını tehdit olarak kullanarak Tansu Çiller'i koalisyon ortağı yapmaya razı etti. Hem de ANAP'tan talep etmediği başbakanlığı da alarak 54. Hükümet'i kurdu.
YÜKSELİŞ VE DÜŞÜŞ
İktidar olan "Milli Görüş"e göre; toplumun kültürünü, tarihini ve geleneğini temsil eden (!) dinamik, "tarikatlar, cemaatler ve bunlara bağlı olan kurumlar"dı. Bu nedenle Cumhuriyet’le başlayan "yasaklama ve zulümler zinciri", RP iktidarıyla birlikte son bulacak, "toplumla devlet barıştırılacak"tı.
İşte bu tespit ve iddiadan hareketle 11 Ocak 1997 tarihinde "ülkenin önde gelen 51 dini cemaat liderleri, tarikat önderleri, İlahiyat Fakülteleri'nin bir kısım öğretim üyeleri ve diyanet eski / yeni başkanları; bir anlamda din işleri konseyi" niteliğindeki bir gruba "iftar yemeği"ni Başbakanlık konutunda verince, Türkiye gündemine bir "bomba" düştü.
Bu "barıştırma" girişimi ters tepmiş, "devletle, RP'yi karşı karşıya getirmişti" Tabana mesaj verme adına "Taksim'e cami, karayoluyla hac" gibi söylemler ilişkileri gerdikçe geriyordu.
SUSURLUK VE KADDAFİ DARBESİ
"Yeni bir dünya kurma" adına ortaya attıkları D-8'ler projesi, Libya'da Kaddafi duvarına çarpınca, milliyetçi DYP tabanı ve kadrolarıyla da başı belaya girdi.
Medya ile kanlı bıçaklı ilişkisini iktidar sürecinde de devam ettiren RP, Susurluk olayı ile başlayan "devlet, mafya, siyaset" kirliliği karşısında iktidar ortağı adına gelişmelere "nötr" kalınca, kamuoyunun tepkisini daha çok çekti
10 Kasım törenleri sırasında, Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe'nin yorumları, Rize Milletvekili Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, Halil İbrahim Çelik gibi isimlerin "laiklik karşıtı söylemleri" devlete aradığı malzemeyi fazlasıyla veriyordu.
BALANS AYARI
4 Şubat 1997 Salı günü Ankara Sincan'da askeri tankların ilçe meydanından geçmesi, Türkiye'nin "yüreğini hoplattı." Zamanın generallerince "balans ayarı" olarak ifade edilen bu tavrın nedeni, Sincan'da bir süre önce yapılan "Kudüs Gecesi"ne tepkiydi. Ve bu tepki MGK'nın baskısıyla süreci "28 Şubat"a kadar sürükledi.
28 ŞUBAT KARARLARI
Nihayet MGK 28 Şubat 1997'de toplandı ve tarihe "28 Şubat post modern darbesi" olarak geçen ve "18 maddeden oluşan, ülke milli güvenliğini ilgilendiren tedbirlerini sıraladığı, birinci tehdidin 'şeriat' olduğu"nun gündeme yazıldığı kararlar alındı.
MGK'nın tedbirler paketi, ülke gündemine "bomba", RP'ye ise, "balyoz" gibi düştü.
Toplantıda alınan "kararlara evet" deyip bunu yumuşatabileceğini zanneden Erbakan, elleriyle kurduğu ve hükümet yaptığı partisine bunu "anlatamadı"
TEMEL EĞİTİM KESİNTİSİZ 8 YIL
İmam hatipler meslek okulu haline çevrilecek, temel eğitim sekiz yıl olacak, Diyanet dışındaki tüm Kuran kursları kapatılacak, Cumhuriyetin getirdiği kılık kıyafet devrimlerine uyulacak ve dergahlar, tekkeler derhal kapatılacaktı.
MGK tavrını koyuyor, savcıları cumhuriyet devrimlerini korumaya ve kanunlarını uygulamaya davet ediyordu.
RP'YE DAVA AÇILIYOR
Mayıs ayı geldiğinde Refah'ı bir sürpriz daha bekliyordu. Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Refah Partisi'ni "laiklik karşıtı odak" olmakla suçlayıp, kapatılması için 21 Mayıs 1997 tarihinde "Anayasa Mahkemesi'ne dava açacağını açıkladı." Ülke gündemi, nefesini tutmuş bu gelişmeyi izliyordu. RP bir yandan 28 Şubat kararları, diğer yandan kapatılma davasıyla köşeye sıkışmış vaziyetteydi.
Tansu Çiller tehditle verdiği başbakanlığı, RP'nin bu durumundan yararlanarak geri talep etti. Dört bir yandan kuşatıldığını hisseden Erbakan "zaafa düştü" ve 29 yıl sonra başbakanlığı kendi elleriyle, Meclis çoğunluğunun hükümette olduğunu içeren milletvekilleri mektuplarıyla DYP ve BBP ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyerek, hükümetin istifa mektubunu Çankaya'ya teslim etti.
BAŞBAKANLIK KAYBEDİLDİ
Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymadı. DYP'den görülen büyük çözülme ve ANAP'ın milletvekili sayısının çokluğundan dolayı Cumhurbaşkanı Demirel, tercihini ANAP'tan yana yaptı ve Yılmaz'a hükümeti kurma görevi verdi.
DSP, ANAP, DTP 55. koalisyon azınlık hükümetini kuruyor, CHP bu hükümeti dışarıdan destekliyordu.
Ardından RP'ye açılan kapatma davası 1998'de sonuçlandığında, aslında yasaklı hale gelen Erbakan'ın da aktif siyasi hayatı son buluyordu. Yerine kurulan FP'nin de kapatılmasıyla, R. Tayyip Erdoğan, A. Gül ve Bülent Arınç'ın hırkayı çıkarıp, yeni bir partiye yönelmeleri "Milli Görüş Okulu"nun bir daha toparlanamayacağının işareti oldu.
İKİ KUTUPLU DÜNYA SON BULUYOR
Son dönemlerde Kuzey Afrika Arap ülkelerinde 1960'lı liderlerin tasfiye modeli bizde asla oluşamaz. "Bizde siyasetçiler önce darbeyle gider, boş alan oluşunca yeniden gelir ve ancak Azrail'le alanı terk ederler" diye bir halk tekerlemesi var ya, Ecevit ve Erbakan'ın vefatını öğrendiğimde aklıma ilk gelen şey oldu.
Nitekim 60'lı yılların siyasal hayatına girmiş Ecevit, Erbakan, Türkeş ve Demirel'le oluşan Mahşerin Dört Atlısı defalarca kere darbeyle gitmesine rağmen, şimdi hayatta olmayan üçü, partilerinin başında hayata göz yumdular.
|