Kürt meselesine devletçi bakış, birkaç tehdit cümlesi, birkaç hamaset cümlesi ve “gerekeni devlet yapar, hak verilecekse devlet verir” anlayışını aktaran “babaca” birkaç cümleden ibarettir.
Devlet gerekeni düşünür, vatandaş düşünemez. Bir hak vermek gerekiyorsa, devlet verir vatandaş talep edemez. Devlet gerektiği kadar konuşur, vatandaş konuşamaz tartışamaz...
Sadece Kürt meselesine değil, Türkiye’nin toplumsal gelişmesine “devletçi” yaklaşım bu mantık çerçevesine sıkışmış bir ufuksuzluktan ibarettir.
Vatandaşların hak ve özgürlük talep etme hakkını tanımayan devletçi ruh, siyaset yapma hakkını da sadece kendinde gördüğü için, kendi çerçevesi dışında siyaset yapanları “hain” olarak algılar.
***
AKP, 2002 seçimlerinden önce iktidarı talep ederken, yakın dönem deneyimlerinin üzerinden yürüyen bir “demokrasi” vaadini ortaya sürmüştü. Tıkanmış bir devlet ve siyaset yapısında, devletçi çerçevenin dışında kalanların siyaset yapma, iktidar olma hakkının talep edilmesi, devletin çizdiği çerçevenin dışında kalan özgürlüklerin tanınması vaadi Türk toplumun ikiye böldü.
AKP iktidarlarının yasalarda, anayasada yaptığı ve özgürlükleri genişleten, bireysel hak ve özgürlüklerin bir ölçüde öne çıkmasını sağlayan değişiklikleri Türk toplumu onayladı. Üç genel seçim, iki referandumda onayladı ve Kürt meselesinin de bu çizgi üzerinde çözümü için yetki verdi.
***
Özgürlükçü olmak, demokrat olmak, bir sorun yokken, kimse insanı zora düşüren tuzaklar kurmazken kolaydır. Zor olan, eski yapının tuzaklarına, engellemelerine, hatta belden aşağı vuruşlarına rağmen özgürlükçü ve demokrat olmak, en güç anlarda bile bu ilkeleri savunmaktır.
Son seçim öncesinde, AKP’de genel olarak demokrasi ve özgürlükler, özel olarak da Kürt meselesi ve terörün sona erdirilmesi konusunda ciddi bir üslup değişikliği ortaya çıktı. Son olarak 13 şehidin yarattığı duygusal tepki ortamında bu üslup değişikliği daha da bariz hale geldi.
Seçim kampanyası sırasında Başbakan Erdoğan, “Kürt meselesi kalmamıştır, Kürt vatandaşların meseleleri vardır” derken “gerekirse biz yaparız” şeklindeki devletçi bakışla yaklaştığının farkında mıydı, bilemeyiz. Ama “asimilasyon kalmadı, biz hallettik” demek de bütün bunların çok uzun, çok acılı bir demokratik mücadelenin sonucu olduğunu fark etmemenin bir tezahürüdür.
Doğrudur, Kürt meselesi ve demokrasiyle ilgili birçok sorunda, Ergenekon davaları da dâhil, 12 Eylül’den hesap sorma da dâhil, AKP iktidarlarında ilerleme sağlanmıştır.
Bunlar, gece istiareye yatmış siyasilerin, sabah kalkıp “haydi yapalım” demesiyle olmadı, Türkiye’nin kimilerinin küçümsediği demokratik güçlerinin uzun mücadeleleri sonucunda yapılmak “zorunda” kalındı.
***
Gelinen noktada, bugünkü AKP, bir kavşaktadır.
AKP, toplumdan gelen demokratik talepleri okuyan ve demokratik güçlerle birlikte demokrasiyi geliştirme, yeni reformlar yapma görevini yerine getirme iradesini gösterecek bir siyasi parti midir, yoksa kendisinden önceki onlarca devletçi merkez sağ partinin devletçi hattına çekilerek, “bundan sonrasını gerekirse ben yaparım” diyerek kendisini toplumun üzerine çıkaran, geleneksel devletçi anlayışın yeni versiyonundan ibaret bir siyasi parti mi olacaktır?..
AKP şu anda bu kavşağın tam ortasında duruyor.
Dokuz yıllık iktidarın ucunda yüzde 50 oy almak, iktidar mücadelelerinin zaman zaman demokrasi mücadelesiyle karışması, 2002-2009 döneminin algılanmasıyla ilgili sorunlar yaratmış olabilir.
AKP’nin tepesi bu kavşakta ve tez zamanda karar vermek; ülkenin demokrasi sürecine öncülük edebilen bir siyasi parti olarak kalmak ve kendini buna göre yenilemek yahut halkın tümünü gömdüğü devletçi merkez sağ partilerden biri olmak yolları arasında bir karar vermek zorundadır.
|