Güler Buğday, inatçı, dik kafalı, hayatla kavgayı göze alabilen bir kadın; doğru “O”: Güler Buğday…
Özyaşam öyküsü de nitelikleriyle paralel bir gidişatta…
1947 Malatya doğumlu. 1968′de Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirmiş. Eğitmenliği, 12 Eylül 1980 sonrasının meşum ve meşhur 1402 sayılı yasasıyla sona ermiş. Sonrası Anadolu’yu dolaşmacasına zorlu bir ticaret hayatı…
Ve tabii, bu arada Sosyal Demokrat Halkçı Parti’de Parti Meclisi üyeliğine dek uzanan aktif siyaset.
Güler Buğday’ın kitabını aylar önce, bilgisayar çıktısı olarak okuduğumda “Bu bir siyasi roman” demiştim. Roman mecrasında aktı ve okurlarla buluştu…
Güler Buğday, romanda 1980 öncesinin “içerisinden” seslenirken 12 Eylül’ün sonrasında “dışardakiler”in yaşadığı ve kendinden sonraki kuşaklara da taşıdığı manevi terörü de anlatıyor…
Çöküş, çözülüş, ikiyüzlülük, korku, şiddet, ölüm, dostluk, sevgi, inanç, düşmanlık; hepsi, ama hepsi var…
(Öylesine içerden ki, “dönemsel aktörler”, romanın herhangi bir yerinde kendilerine denk gelebilir!)
Güler Buğday diyor ki:
“Bizler Türkiye Cumhuriyeti’nin özgür düşünen bireyleri olarak bu yanlışları daha fazla sürdürmek istemiyorsak, yaşanmışlıklara tanıklık etmek ve yazmak zorundayız…
Bizler tabii ki bunları yazım ve edebiyat dünyamızın usta kalemlerinin, yazarlarımızın hoşgörüsüne sığınarak yazacağız, onlardan anlayış bekleyeceğiz…”
Beş yüz küsur sayfa olduğuna bakmayın, bir solukta okunacak kadar sürükleyici bir dille kaleme alınan “Annemin de Başını Ezerler mi”; ardıllarının da habercisi aynı zamanda…
Zaten yeni bir romana başlamış Güler Buğday… “Bu defa ki aşk romanı olacak” dese de inanmayın… Buğday bu, aşkta başlatır, dağda bayırda bitirir!…
Güler Buğday’a daha önce yazıp yazmadığını sordum, anlattı: “Kimi zaman görüş ve duygularımı aktaran yazılar yazardım. Aziz Nesin’e yazmıştım… Sivas katliamından sonra, duygularımı anlatan, paylaşan bir yazı kaleme almıştım, gönderdim. Hem telefon etti, hem de mektup yazdı; “yaz, devam et ve basılsın yazdıkların’ demişti.”
Güler Buğday, yazı serüvenini anlatırken, (gerekçelendirmeden) aktardığı bir anısı “Annemin de Başını Ezerler mi?”nin yazılışına yönelik ipuçlarını veriyor: “Kızımın ikizleri dünyaya geldi; birkaç aylık olunca işine geri dönmesini istedim… Kızım bana, ‘onlar benim kokumu duymazlarsa, beni hissetmezlerse, benim anneliğim nerde kalır’ dedi… Hiç böyle düşünmemiştim, Çok sarsıldım… Günlerce aklımdan çıkmadı, hep düşündüm…”
Roman, 12 Eylül 1980 öncesine içerden bir ses olarak eleştirel bir bakış olmasının yanı sıra, acaba Güler Buğday’ın, kızına ve diğer tüm kızlar ve oğlanlara bir mazeret beyanı mı?
Güler Buğday’ın romanının “önsöz”ü bu görüşü destekliyor…
“Bu kitap, o dönemin haksızlıklarına ortak edilerek, küçük yüreklerine öfke ve kordu, beyinlerine ise endişe ve güvensizlik yerleştirilen çocuklarımız için yazılmıştır.
Kendilerini yoksulluk ve açlığa mahkum edip, ana baba sevgisinden mahkum bırakarak geleceklerini yok edenleri tanımaları için çekilmiş bir fotoğraftır.
O günün çocukları bugünün anne babaları oldu. o günlerde belki de anne babalarını suçladılar, onlara kırıldılar. Kendilerini ihmal edilmiş ve önemsiz hissettiler. onların mücadelesinin kendileri ve tüm çocuklara daha güzel bir dünya ve insanca yaşanası bir ülkenin özlemi için yapıldığını anlamamış olabilirler…”
|