Her şeyi bol bol tartışıyoruz. Siyaseti tartışıyoruz, en uç fikirleri tartışıyoruz. Federasyon bile tartışılıyor. Siyasetçileri en ağır biçimde tartışıyoruz. Futbolu da ekonomiyi de en ağır biçimde tartışıyoruz.
Gazeteciliği ise, ülkemizdeki “gazetecilik”leri tartışamıyoruz. OdaTV baskını ve sahibinin tutuklanması üzerine “misyon gazeteciliği” üzerine küçük bir tartışma oldu, ama devam edemedik. Böyle bir tartışmada konu olması gerekenler hapiste olunca tartışmak çoğumuza pek uygun gelmedi.
Doğrusu şu ki, ülkemizdeki hem bölünmeyi hem demokratik gelişmeyi, hem geleceği daha sağlıklı tartışabilmemiz için, önce gazeteciliğimizi tartışmamız gerekiyor.
Taraftar gazetecilik veya yandaş gazetecilik bir suçlama olarak havada uçuşuyor ve yandaşlık, taraftarlık sadece iktidara yakın olmak gibi algılanıyor. İşin aslına bakılırsa kamuoyunda “yandaş” sıfatını bir taraf, başarılı bir şekilde diğerinin üzerine yıktı. “Yandaş” sıfatı, kayıtsız şartsız bir taraftarlık anlatıyor. Oysa kendisine “yandaş” sıfatı yapıştırılmış olanlar kadar hatta daha fazla olarak karşı taraf da “yandaş” kaynıyor.
Hükümetin hiçbir icraatını eleştirmemek, hükümet partisi ve liderinin her dediğini doğru kabul etmek kadar her yapılanı, her söyleneni yanlış kabul etmenin de “yandaşlık” olduğunu görmemekte ısrar ederek gazeteciliği tümüyle bir “taraftarlığa” dönüştürmek yaygın bir ruh hali oldu.
***
Bir siyasi parti organı olarak gazete çıkarılabilir, televizyon yayını yapılabilir, ama bu faaliyette yer alanların asıl kimliklerinin gazeteci olmadığını, “partici” olduğunu görmediğimiz ve gizlediğimiz zaman gazetecilik toplumun en az güvendiği kurum haline gelir, gelmiştir.
Gazetecinin görüşleri olabilir hatta olmak zorundadır ki toplumu, dünyayı ve olayları tahlil edebilsin. Bununla birlikte, kendi görüşü olması “her haberi”, “her bilgiyi” topluma ulaştırmasına bir engel teşkil edemez.
“Merkez gazetecilik” diye bir niteleme de yakın zamanlarda ortaya çıktı. “Merkez” sözüyle kastedilen, değişik fikirlerle birlikte “her haberi” verme çabası içinde olan, haberi kendi görüşüne göre gizlemeyen veya görmezden gelmeyen gazetecilik ise, böyle bir tanıma gerek yok, çünkü bunun adı sadece “gazetecilik”tir.
“Gazetecilik” yapabilmek için de öncelikle bu işi sevmek ve meslek olarak benimsemek gerekiyor. Fakat ne yazık ki mesleği sevmeyen, işlevine de inanmayan, gazeteciliği sadece bir “nüfuz” ve “zenginleşme” imkânı olarak gören kimilerinin öne çıkması toplumumuzu gazetecilikten soğutmakta çok etkili olmuştur.
Kimileri kendisini “misyon sahibi” olarak görüyor olabilir.
Ne var ki bu kişilerin “misyon gazeteciliği” diye bir faaliyet tarzını ortaya çıkarması, istihbarat ve psikolojik savaş çalışmasıyla gazeteciliği birbirine karıştırması yine “gerçek yandaş” tarafın başarılı bir operasyonu olmuştur.
***
Siyasi iktidarla ilişkileri, iktidarın medyaya yönelik baskı girişimlerini yandaşlığın gerekçesi olarak göstermek sadece kılıf uydurmaktır. Siyasi iktidarlar zaten gazetecileri sevmezler. Bizde, İnönü dâhil, Menderes dâhil, Demirel dâhil, Özal dâhil, 12 Eylül askeri yönetimi dâhil, Çiller dâhil, Yılmaz dâhil bütün siyasi iktidar sahipleri basınla oynamış, kendi “yandaş medya”larını yaratmak istemişlerdir.
Yine de bütün bu girişimlerin karşısında duran bir gazetecilik, gazetecilik görevini yerine getirmekten başka amacı olmayan meslek insanları olmuştur. İ
ktidarın gazetecilikle ilgili doğrudan ve dolaylı uyguladığı, rahatsızlık yaratan icraatlarına her gazeteci tepki duyabilir. Ancak bunlar gazetecilik görevini yerine getirmemek için bir bahane olarak kullanılamamalıdır. Tersi olduğunda bir değil, iki türlü ‘yandaşlık’ ortaya çıkar ki, şu anda buna çok yaklaşılmıştır.
***
Kendini “merkez medya” içinde sunarak, “misyon gazeteciliği”ni yüceltmeye çalışanlara düşen, gidip doğrudan benimsedikleri misyon için çalışmaktır. Örneğin yeni bir gazete çıkacak. Küçük bir siyasi partinin bu gazetesinin, daha önceki gazete ve dergilerinde olduğu gibi gazetecilik yapacağına da kuşku yok. Yasalar içinde kalmak koşuluyla bunu yapmalarında herhangi bir sakınca yoktur da, bunu “gazetecilik” olarak sunduğunuz, orada olmaya imrendiğinizi yazdığınız zaman yapmanız gereken hemen oraya gidip, o “misyon” için çalışmaktır.
Bu gerçekleri görerek tekrar gazeteciliği tartışmamız gerekiyor. Tartışmadığımız, özellikle de gazeteciler tartışmadığı sürece, bütün kavramlar yine birbirine karışmış halde insanların kafalarını karıştırmaya devam edecektir.
Toplumun medyayı ve gazetecileri “çıkar-iktidar” ikilisinin peşinde görevini ihmal eden bir “sektör” olarak görmekten çıkabilmesi için gazeteciliğin açık tartışma alanına girmesi şart olmuştur.
|