“Ben Musa’yım sen firavun
İkrarsız şeytan-ı lain
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür dirilir”
Anadolu’nun büyük ozanı Pir Sultan Abdal, kendisini idam ettiren Sivas Valisi Hızır Paşa’ya böyle sesleniyor, isyanını dile getiriyordu.
Aradan yüzyıllar geçti. Bu büyük şairi anmak için Sivas’ta bir araya gelen yazar, şair, aydın dostlarımız, gözü dönmüş yobazlar tarafından Madımak Oteli’nde yakıldı. Onların şahsında Pir Sultan Abdal bir kez daha öldürüldü.
Katliama sahne olan Madımak Oteli’nde, katliamla alay eder gibi bir kebapçı açıldı. Kayıplarına yüreği yanan on binlerce insan, bu ayıbın ortadan kaldırılmasını ve Madımak Oteli’nin, kurbanların anısına saygı gösteren bir merkeze dönüşmesi için uğraş verdiler. Sonunda, Madımak Oteli kamulaştırıldı ve kültür merkezi yapıldı.
Ama bu işi yapanlar, büyük bir ayıba da imza attılar.
Kültür merkezine, hayatını kaybetmiş aydınların isimleriyle birlikte, onları yakarken ölmüş insanların da adı yazıldı. Yani katille, maktul bir arada.
Arkasından ikinci ayıp geldi: Sivas Valiliği, on sekiz yıldır her 2 Temmuz’da Madımak önünde yapılan anma toplantılarına bu yıl yasak getirdi.
Sebep; “kamu binalarının önünde gösteri yapılamaz” kuralı.
İyi de o zaman niçin kamulaştırdınız bu binayı? Yüreği yananların, kayıplarını anmasına bile engel olmak için mi?
***
Bakın beyler:
Orada öldürülenler İNSAN’dı.
Adının önüne bir sıfat konmadan, Sünni, Alevi, sağcı, solcu, kadın, erkek demeden İNSAN, sadece İNSAN.
Analarının dokuz ay karnında taşıdığı, sancılar içinde dünyaya getirdiği, binbir ihtimamla, özenle, sevgiyle büyüttüğü; kimlerinin sevgilisi, eşi, kimilerinin de anası babası olmuş insanlar.
Onlar siyasi ya da dini birer simge değil, Yunus Emre’nin deyimiyle Allah yapısıydı.
Şiddetle, silahla hiçbir ilgisi olmayan, dünya barışına ve hümanizme değer veren; okuyan yazan çizen, ruhları ve zevkleri incelmiş insanlardı.
Şimdi onların yasını tutan, yüreği yaralı insanları engellemenin sebebi ne?
Söylemek bile gereksiz ama yazıyı yanlış anlayacak fanatikler için ekleyeyim: Eğer bu zulüm Sünnilere yapılsaydı, inanın aynı yazıyı kaleme alırdım. Çünkü ben, bütün dünyada kimliği ne olursa olsun zalime karşıyım ve mazlumun yanındayım.
İnsan olmanın sorumluluğu bunu emrediyor. Katliama uğramış Ermenilerle birlikte, Ermenilerin öldürdüğü Azerilerin ve “kaçgınlar“ın da safında yer almak.
Hocalı’yı ve Başbağlar’ı da yazmak.
Hitler zulmünden bütün benliğinle nefret ederken, Filistin katliamlarında ölen Müslümanların yasını tutmak.
Kısacası ırkı, dini, cinsiyeti, mezhebi, ideolojisi ne olursa olsun İNSAN’dan ve mazlumdan yana çıkmak.
Bu zaten gönül gözüne mil çekilmemiş her insanın yapısında olan, yüreğinden gelen bir şey.
***
On sekiz yıl önce meydana gelen; benim de birçok can dostumu kaybettiğim Sivas Madımak katliamı çok büyük bir trajediydi. İnsan olan herkesin yüreği yandı.
Ama “bir kısım“ basın ve bazı yazarlar, asli görevleri olan “gerçeği çarpıtma“ işlevini hemen devreye soktular. O dönemde anlı şanlı isimlerin neler yazdığını merak ediyorsanız, lütfen aşağıdaki linke tıklayıp Zafer Köse’nin makalesini okuyuverin. Bakın kimler, neler yumurtlamış.
http://kultur.sol.org.tr/makaleler/zafer-kose/sivas-dumani-876
Merak ettiğim tek şey; bu adamların süreki olarak zalimin, yanlışın, yalanın, katilin yanında yer almış olmaları. Bir insan bunu niye yapar ki?
Hiç vicdanları (varsa eğer) sızlamıyor mu?
Şimdi yaşları 60’ı geçmiş yani bu dünyadaki konukluk süresi azalmış olan bu “eski“ arkadaşları kendileriyle bir hesaplaşmaya davet etsem işe yarar mı acaba?
Sivas katliamında, ölüm oruçlarında, Ahmet Kaya trajedisinde ve benzer birçok olayda hep zalimin yanında yer tutmuş olmayı kendilerine açıklayabilirler mi?
Ve son soru:
DEĞDİ Mİ?
***
Sivas demokrasi şehitlerinin anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.
|