Ortalık yine toz duman, karıştı yine sapla saman... Yine kavga, yine meydan okumalar, yine gerginlik. En çok darbe de “seçilmiş milletvekillerini Meclis’te görmek isteyen” CHP’ye iniyor. Ne yapsa, hangi adımı atsa büyük bir grup, büyük medya desteğiyle karşısında ana muhalefet partisinin.. Şu anda en kolay şey zor durumda olana vurmak olduğu için zirveden aşağılara kadar herkes onu diline doluyor, vuruyor da vuruyor.
Peki CHP yemin etseydi ne olacak, nasıl bir çözüm bulunacaktı, bu var mı, yok... Yemin töreninden önce Kemal Kılıçdaroğlu “Meclis’te bir çözüm bulunacağına dair güvence verin, edelim” dedi, ona da cevap verilmedi. Artık Türkiye’de demokrasi anlayışı öyle yerinden oynadı ki şimdi konuşmalar adeta “muhalefet olmadan da demokrasi olur, işler yürür” çerçevesinde yapılıyor, oysa demokrasi bu değildir, hiçbir ülkede muhalefetsiz bir meclisle yasama yapıldığı görülmemiştir, demokrasi “milletin tüm kesimlerinin temsil edildiği, yasamaya katıldığı” bir rejimin adıdır ama ne gam?
İSTENSE UZLAŞMA SAĞLANIRDI
Yazılanlar, konuşulanlar hep birbirinin aynı, suçlama var, çözüm yok... İstense, hükümet niyetlense olabilirdi. Kavgalı, hakaretli ve kendileri bile olup bitenden huzursuzluk duydukları için arkasından “helalleşmeli” bir seçim sürecinde zaten sinirleri yıpranmış topluma bir gerginlik de bu olayla yaşatılacağına; “Biz de zaten uzlaşma istiyoruz, katılımlı bir yeni anayasa yapılsın istiyoruz, edin yemininizi, gelin Meclis’te birilikte çözüm bulalım, değişmesi gereken maddeleri değiştirerek bu sorunu çözelim” denseydi sakin sakin çare aranabilirdi.
Ama eğer bir kaçış aranıyorsa “en ciddi olayların bile halı altına süpürülebildiğini” gören diğer partilerin, böyle bir güvence bile verilmediği takdirde “konunun unutturulacağını” düşünmeleri son derece doğaldır, beğensek de beğenmesek de bunu kabul etmek zorundayız. Yani aslında birçok yazar ve siyasetçi tarafından pek kolayca eleştirilen, hatta şamar oğlanına çevrilen CHP’nin yaptığı “seçilmiş iki milletvekilinin israrla tutukluluğunun sürdürülmesine karşılık kendisine bırakılan tek seçenek”tir.
TERÖRİSTE HALI DÖŞENEN ÜLKEDE...
“Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü olacak” sözleri Türkiye için geçerli olsaydı, adalet gerçekten adil şekilde işliyor olsaydı, bugüne kadar bir çok dava sürecinde defalarca yargıya, hatta Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı herşeyi söyleyenler, halka şikayet edenler bugün “ama efendim yargı kararı, karışılamaz” diyor olmasaydı belki biraz anlaşılabilirdi. Öte yanda, Habur’dan gelen teröristlerin düğün bayramla karşılandığı, ayaklarına mahkemelerin kurulduğu, cinayet-hırsızlık-tecavüz gibi en ağır suçların sanıklarına “tutuksuz yargılama” kararlarının çıkartıldığı, gerçekten darbe yapmış ve bununla hala övünen darbecilerin savcı kararıyla tatile gönderildiği, muhtıra verenlerin adının ağza bile alınmadığı bir ülkede normal, tarafsız hiçbir vatandaş “iddialarla şüpheli” durumunda olan, hakkında hiçbir mahkumiyet kararı olmayan insanlara “mahkum, suçlu” muamelesi yapılmasını haklı bulamaz.
İnatla bu kararları sürdürerek siyasi kaos yaratan yargıya da saygı duyulamaz.
Uzun lafın kısası, sadece “vurmayı” bilenlerin veya bunu en kolay bulanların durup bir ellerini vicdanlarına koymaları ve şu soruyu cevaplamaları gerekir; yemin etselerdi geriye nasıl bir çözüm kalıyordu?
*****
Sokaktaki melekler!
Sokak hayvanlarını korumak için çalışan gönüllüler arasında başta gelen isimlerden biri olan Özün Kanbay yazdığı e-postaya bu başlığı koymuş, beğenerek aldım; “sokaktaki melekler”. Kanbay “HAYTAP’ın Türkiye’de hayvan hakları konusunda en aktif kurum olduğunu, Barınak Gönüllüleri Derneği’nin de güzel ve kapsamlı işler yaptığını” anlatmış. “Boynundaki şah damarından sivri bir cisim sokularak gözünden çıkarılan, bedeni kesilen, derisi yüzülen, dişleri kırılan bir köpek”ten söz ederek bu konuda HAYTAP (Hayvan Hakları Federasyonu) Başkan Yardımcısı Nesrin Çıtırık’ın Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu üyeleri, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı ve ilgili birçok kişiye yazdığı mektubu da göndermiş.
İnsanlara bir zararı dokunmayan, ancak ilgi ve yardım bekleyen hayvanlara bile yapılan vahşetin bu boyuta ulaştığını duymak insanın tüylerini nasıl diken diken ediyor değil mi? İnsan denebilir mi bunu yapana? Nesrin Hanım “Hayvanları Koruma Kanunu’nun TCK kapsamına alınması gerektiğini, devletin bu işkenceler üzerinden ‘idari para cezası’ adı altında gelir temin etmeye devam etmemesi gerektiğini” anlatıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da İslam dininin “hayvanların korunmasına ilişkin hükümlerini” topluma anlatarak yüreğinde merhamet ve acıma duygusu taşıyan bir toplum oluşması için üzerine düşeni yapmasını istiyor.
Hepsinde yerden göğe haklı ama sadece siyasete kilitlenmiş bir mecliste sıra ne zaman bu acımasızlığı durdurmaya gelecek belli değil! Belediyelerle ilgili yazılarım da devam edecek.
*****
Kime kızıyorlar!
Çıkıp “kendi tabanı da CHP’ye kızıyor” diye baskı oluşturmaya çalışanlar da var. Önce söyleyeyim, ben bütün bu gidişattan derin üzüntü duyanlardanım. Bununla birlikte ana muhalefete “başka seçenek bırakılmadığını” da görüyorum. Bu olayın arkasından gelen birçok okur tepkisinde, konuştuğum birçok kişide ise CHP’nin yemin etmemesine tepkiden çok “MHP’nin kendi ‘seçilmiş ama tutuklu’ milletvekilinin arkasında durmaması”na tepki gördüm ki tırnak içindeki ifade de aynen onlara ait. Bu nedenle hangi partinin tepkisinin doğru olduğunu zaman gösterecek. Zaman ve “çözüm arama gayreti” ile “unutturup yola devam etme gayreti”nden hangisinin gerçekleşeceği.. Bu ülkede “bir şeyleri beklerken” yaşlanacağımız ise şüphesiz görünüyor.
|