Bayramın ilk gününü pek çok kişi farklı yerlerde, farklı şekillerde geçirmek ister. Kimi yoğun iş temposundan bir tatille kaçış yapmanın telaşındadır, kimi ailesiyle vakit geçirmek için memleketine gitmenin, belki biraz kafa dinlemenin kimi de… Bu bayram birileri bayramın ilk gününe, yan yana barış için birlikte mücadele ettikleri insanlarla aynı gecede, aynı gökyüzünün altında nöbet tutarak, sloganlarla, türkülerle aynı sabaha başlayarak, yastıklarını, battaniyelerini, sabah kahvaltılarını paylaşarak girdiler. Onlar Barış Anneleri. Amaçları silahların susması ve barışın sağlanması… Her biri farklı memleketlerden, farklı hayatlardan gelmiş ama onları “bir” yapan çok önemli bir şey var: Barışı savunmak...
‘KÜRTLERE BİR MEYDANI BİLE ÇOK GÖRÜYORLAR’
Barış Anneleri’nin niyeti, bayramdan bir gün önce 17:00’da başlayacakları ve ertesi gün saat 19:00’a kadar sürdürecekleri barış nöbetini İstanbul Taksim'deki Galatasaray Meydanı’nda yapmaktı. Saat 16.45’te Galatasaray Meydanı’ndaydık; fakat Barış Anneleri ve onları destekleyenlerin bulunması gereken yerde Çevik Kuvvet polis ekiplerinin konuşlanmış olduğunu gördük. Üstelik sayıları, Barış Anneleri’nin onlarca katı kadardı. Meydanda oturulabilecek her yeri panzerlerle, polis araçlarıyla kapatmışlardı ve Meydan’a çıkabilecek olası tüm sokaklar tutulmuştu. Annelerin gelmesi muhtemel Meşrutiyet Caddesi girişinde de polis barikatı kurulmuştu. BDP Mİlletvekili Sebahat Tuncel’in ile annelerin polis amiriyle yaptığı görüşmeler de sonuçsuz kalınca, anneler eylemlerini hemen yapmaya karar verdi ve yolu kapatıp başladılar nöbetlerine. Ancak polis yapılan eyleme rağmen araç trafiğini kapatmadığından bu süreç oldukça zor geçti; bazı gazeteciler kızgın polislerin tartaklamasına maruz kalırken, yurttaşlar araçlarını kaldırımda sürmek zorunda kaldılar. Sloganlar eşliğinde eylemlerine devam eden barış annelerine bir süre sonra nihayet İngiliz Konsolosluğu’nun yanındaki Ömer Hayyam Parkı için izin verildi. Annelerin yaptığı basın açıklamasının ardından Sebahat Tuncel konuşmasında, bir meydanın bile Kürtlere hala çok görüldüğünü söyledi.
'TÜM OĞULLAR EVLERİNE DÖNSÜN'
Tuncel’in ‘Barış Babası’ diyerek sözü verdiği Sırrı Süreyya Önder ise: “Çiller’leri, Ağar’ları, Kozakçıoğlu’ları, Büyükanıt’ları rahmetle, şefkatle anan bir tek insan bulamazsınız. Bunun sebebi onların savaşı ekmek kapısına dönüştürmüş olmalarıdır. Bugün de savaş emperyalistlerin Ortadoğu’da doymak bilmeyen iştahlarına bir sofra açmaktır, başka bir şey değildir. Bu evlatları savaşa kurban eden herkes bundan on sene sonra lanetle anılacaktır. Bu bedduaları üzerinize almayın, bırakın hiçbir ananın oğlu dağda, askerde, yolda belde kalmasın, hepsi evine dönsün” diye konuştu. Konuşmaların ardından eyleme valinin izin verdiği park alanında devam edildi. Oruçlar açıldı, türküler söylendi, ağıtlar yakıldı. Her ne yapıldıysa paylaşılarak yapıldı. Sloganlarla, zılgıtlarla, marşlarla, barış türküleriyle ilerleyen gecede sohbette koyulaştı gitgide. Gece uzundu ve hepimizindi ne de olsa; bu vesileyle bir sürü anneye konuk olduk:
'KÜRT SORUNU ÖCALAN VE PKK’Yİ AŞTI'
Hasibe Mengirkaun, 25 yıllık mücadele hayatında öyle çok zorluk var ki… Savaş, yoksulluk, cezaevi bunlardan bazıları sadece. 90’ların başında önce Mardin köyünden merkeze, orada da rahat bırakılmayınca beş çocuğu ve eşiyle İstanbul’a geliş hikayesini anlatıyor. İlk altı ay, dayılarına ait bir kömürlükte kalmış ve midye temizleyip satarak yetiştirmişler çocuklarını. Bunlar Kürt, bunlar PKK’li diye İstanbul’da da hedef gösterildiklerini, 90’lar boyunca rahat yaşayamadıklarını anlatarak anılarını paylaşıyor bizlerle ve siyasete geliyor konu. Kürt sorununun artık Öcalan’ı ve PKK’yi de aştığını, bugün PKK olmasa bile başka bir örgütün elbet olacağını söylüyor Hasibe anne. Türk halkıyla değil, devletle, sistemle sorunları olduğunu anlatıp Türk halkından destek istiyor.
SAVAŞ HER EVİ YAKIYOR
Güler Buğday, tam bir güçlü kadın profili çiziyor anlattıklarıyla. Eşinin vefatından bir yıl sonra oğlunu bu savaşa kurban vermiş. Yalnızca oğlunun mezarına ulaşma serüveni, çabası bile dik duruşunun simgesi olabilecek etkiyi bırakıyor karşısındaki kişide. Onca yaşadığı acıdan, yaşanmışlıktan sonra en başından beri herkes için ne istiyorsa yine onu istediğini söylüyor: Barış.
BARIŞ İÇİN ATEŞE BENZİN DEĞİL SU GEREK
Döndü Ergin ise 70'lerin başında, 7 çocuk doğurmuş, iki tanesini bu savaşta kaybetmiş. Birinin mezarı var, birininkine ise onca aramaya rağmen ulaşamamış. Ne kadar çok anlatırsa, haykırırsa, insanlara barış için çağrıda bulunursa o kadar çabuk geleceğine inanmış sanki barışın. Silah kullanarak barışın gelmeyeceğini tekrarlıyor ısrarla, “Ateş benzin atarak söndürülmez. Su atarak söndürülür. Su barıştır” diyor.
|