SORU: Mehmet Haberal, Mustafa Balbal ve Engin Alan’ın tahliye edilmemelerine nasıl bakıyorsun?
CEVAP: Hiç hoş bakmıyorum. Tahliye edilmeleri gerekirdi. KCK tutuklusu beş milletvekili için de geçerli bu görüşüm.
* * *
SORU: Peki ama Haberal, Balbay ve Alan’ın “Ergenekon” gibi, “Balyoz” gibi demokrasi açısından çok mühim davalardan yargılanıyor olmalarını hiç mi hesaba katmayacağız?
CEVAP: Hadi birlikte hesaba katalım: Bu şahıslar suçlu mudurlar? Henüz hiçbirimiz bunu bilmiyoruz. Hüküm giyip cezalarını mı çekiyorlar? Hayır, yargılanmaları sürüyor. Daha mühim soru şudur: Bu kişiler suçlu bulundukları takdirde, milletvekili oldukları için yırtacaklar mı? Hayır, yırtamayacaklar. Çünkü yargılanıp suçlu bulunurlarsa, milletvekili dokunulmazlığı onları kurtaramayacak. Bu durumda “tahliye edilirlerse yırtmış olurlar” denilebilir mi? Ya da “Silivri’den Meclis’e kazılan tünel”den söz edilebilir mi?
* * *
SORU: Peki ya Hatip Dicle olayı?
CEVAP: Baştan sakat bir olay... Adama “Sen aday olabilirsin” diye onay verilmiş... Adam da bu onaya göre aday olmuş... Vatandaştan oyu almış... Ama tam bu sırada “pardon, pardon...” denilmiş... Üstelik Hatip Dicle’nin yerine yeterince oy alamamış iktidar partisi adayı “milletvekili” olarak ilan edilmiş. Bu sefer ben sorayım: Bu durum vicdana, izana, insafa, adalete, hakka, hukuka sığar mı?
* * *
SORU: Hatip Dicle’nin durumunun tartışmalı olduğunu bilerek aday gösterenlere hiçbir şey söylemeyecek misin?
CEVAP: Söylemeyeceğim. Daha doğrusu söyleyemeyeceğim... Çünkü sorumluluk Hatip Dicle’yi aday gösterenlerde değil, en başta “aday olabilir” diyenlerdedir.
* * *
SORU: Sen de bu işin arkasında hükümetin olduğunu mu düşünüyorsun?
CEVAP: Hayır, hayır... Katiyen böyle düşünmüyorum. Yüzde 50 oy alan, yeni bir anayasa yapmak için kolları sıvayan ve yeni bir uzlaşma zeminine ihtiyaç duyan bir hükümet, neden böyle bir krizi istesin ki? Ne elde edecek bu krizden? Hiç mantıklı değil. “Üç beş milletvekili daha elde ederek anayasayı değiştirecek sayıya erişmek istiyorlar” açıklaması da akla yatkın değil. Tırtıklayarak ve zorlayarak yapılacak yeni anayasadan kimseye hayır gelmeyeceğini hükümettekiler de bilir.
* * *
SORU: O halde sorumlu kim?
CEVAP: Sorumlu YSK’dır... Sorumlu tahliye kararı vermeyen mahkemelerdir... Dar görüşlülük müdür, beceriksizlik midir, kraldan çok kralcılık mıdır? Yoksa daha “derin” işler mi vardır işin içinde? Bilmiyorum, bilemiyorum.
* * *
SORU: Hükümetin hiç mi sorumluluğu yok?
CEVAP: Yeterince “duyarlı” davranmıyor hükümet... “Meclis’e gelin, bütün bu aksaklıkları düzeltecek yeni bir anayasa yapalım” diyorlar hükümet yetkilileri... Güzel bir teklif... Fakat bu teklifin daha da güzelleşmesi ve bir anlam kazanması için, hiç olmazsa aksaklıklara acil çözümler üretmek ya da üretmeye çalışmak da gerekmez mi? Mesela Adalet Bakanlığı bir adım atamaz mı? Mesela Hatip Dicle’den alınan ve AK Parti’ye sunulan milletvekilliği için AK Parti “teşekkürler, almayalım” tarzı şık bir cevap veremez mi? Kısacası hükümet, şu olup bitenlerden herhangi biri kendi partisinin başına geldiğinde nasıl davranacak idiyse o şekilde davranmıyor...
* * *
SORU: Geçmişte “milli irade”ye karşı savaş verenlerin, bugün “milli irade” diye tutturmalarını nasıl yorumluyorsunuz?
CEVAP: Geçmişte başkalarına haksızlıklar yapanlar, bugün kendilerine yapılan benzer haksızlıkları hak etmiş olmazlar. Zalime de, mazluma da “kimlik” sorulmaz. “Sen eskiden haksızlık yapmıştın, al sana şimdi haksızlık” denmez. Pardon! Denir denmesine de, bu dendikten sonra “demokrasi, özgürlük, hakkaniyet, adalet” falan gibi sözcükler sarf edilmez.
Bir başka açıdan Tayyip Erdoğan
SORU şu: “Sert”, “katı”, “otoriter”, “tahammülsüz” gibi sıfatlar Tayyip Erdoğan’ı açıklayabilir mi?
Erdoğan’ın yakın çalışma arkadaşlarından Dr. Ertan Aydın, Star gazetesinin “Açık Görüş” ekinde “Erdoğan’ın siyaset tarzı” üzerine bir yorum kaleme almış.
Durun, hemen “Bir yakın çalışma arkadaşının Erdoğan için övgüleri” demeyin.
Çünkü yazıda Erdoğan’ın özellikle muarızları tarafından pek hesaba katılmayan özellikleri sıralanmış.
İşte o özellikler ve benim yorumlarım:
* * *
- MÜZAKERECİ: Erdoğan, dışarıdan bakıldığında “dediği dedik bir lider” izlenimi veriyor. Ancak bu izlenime aldanmamak gerekir. Erdoğan, müzakere süreçlerini işletmeye özel önem veriyor. Parti kurullarını onun kadar ciddiyetle toplayan bir lider yok.
- BİLDİĞİNİ SÖYLER: Herkesi şaşırtacağını bilse de doğru bildiğini söylüyor. Mesela heykele “ucube” diyor. Hepimiz bir süre “bu da söylenir mi?” diyoruz, yadırgıyoruz, eleştiriyoruz. Ama bir süre sonra bu tartışmadan geriye şu kalıyor: Erdoğan içi dışı bir, doğru bildiğini söyleyen bir lider.
- İYİ AİLE BABASI: Çocuklarına düşkün iyi bir baba... Ailesi de mazbut ve alçakgönüllü... Bu açıdan muhafazakâr kitleler açısından bir rol model olarak algılanıyor. (Dr. Aydın’ın yorumu)
- DUYGUSAL: Üzüntüsünü de, öfkesini de gizlemiyor. Hatta bazen sevincini de gizlemiyor. Bu açıdan duygusal...
- RASYONEL: Ama aynı zamanda halkın kendisi hakkında ne düşündüğünü sürekli ölçümleyecek kadar rasyonel...
- FARKLI: Ecevit gibi halkçılığı sonradan oluşmuş değil... Demirel gibi her kesime mavi boncuk dağıtmıyor... Erbakan gibi siyasi mesajını dini bir format içinde sunmuyor... Özal gibi “ailevi meseleleri” yok... Sanki hepsinden ders çıkararak kendini farklı kılmış bir lider var karşımızda.
Şu iki şeyi sakın yapma Kemal Bey
- BİR: Başbakan’ın da katılacağı bir toplantıya katılmayı kabul etmeden önce, toplantıyı organize edenlere sor, “Önce kim konuşacak? Başbakan mı? Ben mi?” diye... Karşındakiler “Önce Başbakan’a söz vereceğiz” diyorlarsa o toplantıya katılma... “Başbakan beni dinlemedi” diye ağlamaktansa, Başbakan’a seni dinlememe fırsatı verme... Ya da daha kısa bir şekilde şöyle ifade edeyim: Bir toplantıda “itilmiş kakılmış” muamelesine maruz kalma ihtimalin varsa, o toplantıya gitme.
- İKİ: Şu “Ben cama bakmadan konuşma yaparım arkadaş” inadından vazgeç. Buradan bir efelik çıkmaz. Ne cama bakarak konuşmak ayıptır, ne de metin yazarlarıyla çalışmak... Dünyanın en büyük hatipleri bile bir temel metne ihtiyaç duyarlar. Konuyu dağıtmamak, belli bir sistematik içinde aktarmak, vurgulanması gereken meseleyi vurgulamak açısından... Bütün bir seçim kampanyası sırasında “İlle de irticalen konuşacağım” diye tutturdun ama artık bu inadı bırak.
Kimlerden zarar gelmez
- Gülen, gülebilenden... İşi şakaya vurandan... Mizah duygusu olandan...
- Kendisini sadece üzerinde oturduğu koltuk ile var etmeyenden...
- Kendi cenahının kusurlarını, başka cenahların da uğradığı haksızlıkları ön plana çıkarandan...
- “Ben hiç tatil yapmam” demek yerine “Ben hep tatil fırsatı kollarım” demeyi tercih edenden...
- Kendisini ve yaptığı işi aşırı ciddiye almayandan...
Cumhurbaşkanı Gül’ün çobanla çektirdiği fotoğraf
CUMHURBAŞKANLIĞI makamınca Twitter denilen mecradan servis edilen bir fotoğraftan söz ediyorum.
Şöyle bir şey:
Koskoca Cumhurbaşkanı, çekmiş eşofmanlarını, Kayseri yaylalarında gezintiye çıkmış. Gezerken bir çobana rast gelmiş. Yanına gitmiş çobanın. Nasırlı ellerini sıkmış. Sohbete dalmış. Çoban mutlu, Cumhurbaşkanı mutlu...
Fotoğraf, “Milletin içinden çıkmış ve millete yakın cumhurbaşkanı” diye bas bas bağırıyor. İşte bu bas bas bağırma hali, kalbimdeki tüm fitne fesadı harekete geçiriyor: Biraz yapay, biraz da fazla gösterişçi bulma durumu.
Bir tür “Ben Ahmet Necdet Sezer gibi abus, sekter ve halktan uzak bir cumhurbaşkanı değilim. İcabında memleketimin çobanıyla oturur muhabbet ederim” mesajını dikkat ve özenle verme gayreti...
Bu açıdan güzelim fotoğraf, en azından benim açımdan bir imaj oluşturma gayretine kurban gidiyor.
Biliyorsunuz: İmaj oluşturulur ama samimiyet kendiliğinden oluşur.
|