AKP'nin Kürt açılımının önde gelen mimarlarından biri, dönemin AKP yöneticisi ve Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, süreç içinde bence ret ve inkarın bir yere kadar kaldırıldığını ama asimilasyonun hâlâ devam ettiğini söyledi.
Vatan gazetesinden Ruşan Çakır, konuyla ilgili yazı dizisinin bugünkü bölümünde, eski AKP milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’a sözü verdi. Fırat, 6 yıl önceki hükümet-aydınlar grubu buluşmasını ve çok yakından takip ettiği Kürt sorunundaki gelişmeleri anlattı:
Bugünden 2005’e baktığınızda, bu süreçte konunun muhataplarının ne gibi hatalar yaptığını düşünüyorsunuz?
Birincisi Kürtlere bakmamız lazım. Kürtlerde hata nedir? Bana göre Kürtlerde çok fazla hata yok çünkü biz Kürtlerle terörü özdeşleştiriyoruz, yani “Kürt eşittir terör, terör eşittir Kürt.” Bu bakış açısından kurtulmamız lazım. O halkı bu ülkenin eşit vatandaşı olarak algılamamız lazım. Bunu algıladığımız andan itibaren, onun taleplerinin aslında çok demokratik, çok temel bir talep olduğunu, çok normal olduğunu ve esas olarak vatandaşlar arasındaki eşitlik anlayışını talep ettiklerini görüyoruz. Temel hak ve özgürlükleri ayrım olmadan talep ediyorlar.
Fakat zaman içerisinde, Kürt vatandaşın sorunuyla PKK sorununu özdeşleştirdik ve bunu eşit olarak görmeye başladık. Dolayısıyla her zaman şu öneriyi getirdik: Silahlar sussun sonra hak ve özgürlükleri konuşalım. Halbuki hak ve özgürlükler hiçbir zaman herhangi bir ön şarta bağlanamaz. PKK’yı Kürtlerle eşitlerseniz büyük bir hata yapmış olursunz. AK Parti her üç Kürtten ikisinin oyunu alıyor. Bu ayrımı yapmış olsaydı, bu oran 4’te 3’e çıkardı ama ne yazık biz bunu yapamadık ve aynı hatayı yapmakta, çok temel konularda ayak sürümekte devam ediyoruz. Başbakan özellikle Güneydoğu ve Kürt bölgesindeki gezilerinde elinde bir kitabı gösteriyordu, gezdiriyordu. Bunu devletin bastırdığını söylüyordu ama şuç işliyordu çünkü halen mevcut olan yasaya göre x, w, q gibi harfler suç.
Nitekim bundan dolayı bir yazar mahkum oldu. Bir dilin yasallaşması ayrı, bir dile hoşgörüyle bakmak ayrı. Mesela bir çocuğa Kürtçe isim koymak yasak değilmiş gibi gözüküyor ama aslında yasada bu mevcut. Yasak hâlâ duruyor. Buna başka bir örnek de yer isimleridir. Halen o yasak devam ediyor. Kürt isimleri konulmuyor. Bunlar 21. yüzyılda mizah konusu gibi olabilecek konular bırakın temel hak ve özgürlükleri.
Ana dilde eğitim meselesine gelince, bu da temel bir sorun. Başbakan “ret, asimilasyon ve inkarı kaldırdık” dedi ama bence ret ve inkar bir yere kadar kaldırıldı ama asimilasyon hâlâ devam ediyor. Bir toplumun dili yasaklanıyorsa, ana dilinizi geliştirme imkanı sahip değilseniz, bu buz gibi bir asimilasyondur. Asimilasyon ancak dil üzerindeki yasakların kaldırılmasıyla ortadan kalkar.
Şu mantığı kabul etmemiz lazım: “Suriye iç meselemizdir, orada Türk ve Kürt kardeşlerimiz var” dediğiniz anda siz şunu kabul ederseniz: Biz aynı zamanda, çok gelişen Ortadoğu coğrafyası içerisinde, diğer üç devletteki, yani Suriye, Irak ve İran’daki toplam Kürt nüfusundan fazla Kürt nüfusu Türkiye’de yaşıyor. Bunlar belli bir yere lokalize olmuş değiller. Kürtler Edirne’den Hakkari’ye kadar yaşıyorlar. Suriye’de, İran’da ve Irak’ta bunu göremezsiniz. Oralarda kesin sınırlarla ayrılmıştırlar. Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürtler’in de devletidir. Demokratik bir cumhuriyette de bunun aksini düşünebilmek mümkün değildir.
İnanç ve etnisite farkı gözetmeksizin, her vatandaşın eşit olduğu noktasından hareket etmek durumundasınız. Yapılması gereken şey hızla, “Şu muhatabımızdır bu değildir” demeden demokratik adımlar atılmalıdır. Çünkü muhatap doğrudan doğruya hükümetin kendisidir. O bölgede kendisini Kürt ilan eden bir partiden daha fazla oy alabiliyorsa, AK Parti aynı zamanda Kürt vatandaşların da partisidir. Dolayısıyla muhatap AK Parti’dir. Bu nedenle AK Parti hiç gecikmeden, hiçbir neden ortaya sürmeden temel demokratik hakları, belli bir program içinde, güncellenerek, bir takvim belirtilerek, neler yapılacağını açıklanarak, hayata geçirmelidir.
Soruna eşit vatandaşlık bağlamında yaklaşmalıyız. Yasalarımızdaki bütün ayrımcılıkları ortadan kaldırıp, bunu münakaşa konusu olmaktan çıkarmalıyız. Bunu hiçbir şarta bağlamadan yapmak lazım. “Şu kadar insanımız şehit oldu, saldırı oldu” demeden bu yola devam etmeliyiz. Terörün de gayesi bu zaten.
* Konuştuğumuz birçok kişi bu süreçteki hayal kırıklıkları olarak Habur’daki karşılama ve KCK davasını örnek gösterdi. Siz ne dersiniz? Habur güzel bir başlangıçtı ama yönetemedik. Bana göre Habur’dan girip Diyarbakır’a kadar yürümenin anlamı yoktu ama bunu kötü olarak da algılamamak lazım. Yine de buna karşı tedbir alınabilirdi. Devletin imkanları vardı. İnsanları Habur’da alırdınız, helikopterle Diyarbakır’a götürür, sorguladıktan, serbest bırakırdınız. Bunları öngörmek ve tedbir almak devletin temel görevlerinden birisidir ki operasyonu yöneten kendisidir. Bana göre hata yapılmıştır. Bu hata bir daha tekrar etmez umarım ama hiçbir şeyin çözümü ötelememesi lazım, geri gidilmemeli. Hükümetin kendine bir hedef çizmesi ve bu hedefe (barış ve demokrasinin gelişmesi) doğru emin adımlarla yürünmesi lazım. Elbette içeride dışarıda provakosyon olacaktır. Provokasyonları hesap ederek, öngürülebilir bir yol çizilmeli, hedef belirtilmeli ve bu hedefe ne kadar zamanda, hangi takvimde ulaşılacağı da belirtilmeli.
2005 şartları içinde Türkiye’nin siyasi yapısı ve alışkanlıkları buna maniydi. Türkiye’nin 2005’te nelerle muhatap olduğunu ben içinde yaşayan biri olarak biliyorum. Kendilerini devlet olarak nitelendiren kişiler tarafından hangi darbe planlarının, hangi provokasyanların, yapıldığını biliyoruz. Türkiye kendisiyle hesaplaşıyor şu anda ki bunlar olayların, gerçeklerin yüzde 10’u bile değildir. Bu günlere zor şartlarda gelindi. Türkiye bağırsaklarını temizliyor. 2005 Türkiyesi’nden 2011 Türkiyesi’ne kolay gelinmedi. Bunu bilmek lazım. Bunu vatandaş olarak görmek mümkün değildi. Vatandaşa çok yansımadı ama zaman içerisinde ortaya çıkıyor.
KCK davasına gelince, bana göre hatadır. Özellikle seçilmiş insanların elleri kelepçelenerek, basına sunulmasının arkasındaki provokasyon iyi araştırılmadı. Bunu kimler, niye yaptı? İyi araştırılmalı, gözden kaçırdık. Orada büyük provokasyon vardı.
Taraflar hakikaten barış istiyorsa, bu ülkede huzur isteniyorsa devlet kadar bunun karşıtında olan, Kürtler’in hakkını savunduğunu iddia eden kesimin de dikkatli davranması gerekir. Yasaları beğenmeyebilirsiniz. Yasalar hukuka uygun olmayabilir ki bu Türkiye’de çok yaygın. Hukuk devleti olmak ayrı bir şey kanun devleti olmak apayrı bir şey. Kanunlara aykırı davranarak bir yere gelmek mümkün değil ama hukuka aykırı bütün düzenlemelere karşı da biz yasal haklarımızı korumak zorundayız. Sivil itaatsizlikle ya da başka bir şekilde olabilir ama mutlaka o mücadeleyi verilmeliyiz. Lakin bu süreç içinde yasaya uymak zorundayız. Tüm siyasi partiler hukuka aykırı yasal durumu değiştirmek için şiddetle değil, demokratik siyaset yoluyla mücadele verecektir.
* Konuya “barış” açısından baktığımızda, sizce, günümüzde mi yoksa 2005’te mi barışa daha yakındık? Fırat: Tabii ki 2011’de çok daha yakınız. 2005’teki durumu benim izah etmeme lüzum yok. Şu anda açılmış davaların dosyalarına,iddianamelerine bakarak bile 2005’te neler olduğunu görebiliriz. Allah kimsenin başına vermesin
|