“BİZ BDP kadar cesur değil miyiz?”
“Balbay ile Haberal içerde iken, bizim Meclis’e gidip yemin etmemiz, mahkeme kararını kabullenmek olur”.
“Balbay ile Haberal içerde oldukları sürece, biz her türlü şıkkı düşünmeliyiz”.
“Demokrasinin işletilmesi bizim namus borcumuzdur”.
Bu sözler CHP’lilere ait.
Olağanüstü toplantıda olağanüstü fikirler çarpışıyor. Olağanüstü toplantıda ortaya atılan düşünceler hiç de, yargı kararı karşısında sakin kalacak bir CHP görüntüsü vermiyor.
CHP milletvekilleri Mustafa Balbay ile Mehmet Haberal’ın tahliye istemlerinin mahkemece geri çevrildiği anda, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu partisinin yetkili kurulu MYK’yı olağanüstü toplantıya çağırıyor. Karardan bir gün önce CHP’nin MYK’sı yine toplanıyor. Orada hangi karar çıkarsa, ne yapılacak gibi bir yol haritası üzerinde duruluyor.
Ama, MYK’nın olağanüstü toplantısında karar artık önlerinde. Artık somut adımları tartışma zamanı. Her türlü seçeneğin ele alındığı toplantıda üyeler kendi düşüncelerini açıklıyor.
SEÇENEKLER
CHP’nin yol haritasında bir kaç seçenek var:
1-Tepkileri Meclis dahil, her alanda ve her fırsatta dile getirmek.
2-Sistemi yeniden düzenleyen Anayasal ve yasal öneriler hazırlamak.
Bu seçenekler Meclis’e girip yemin etmek ve yasama görevini yerine getirmek temeline dayanıyor.
Bir de;
a)Meclis’e girip yemin etmemek,
b)hatta Meclis’e hiç girmemek, şıkları var.
Bunlar ana muhalefet partisi açısından olağanüstü şıklar.
Bu öfkenin altında, yargının siyasallaşmış olduğuna ilişkin çok güçlü inanç yatıyor.
Yukarda aktardıklarım arasında en çarpıcı olanı, “biz BDP kadar cesur değil miyiz” sözü. Bu söz Meclis’i boykot anlamını taşıyor. Baraj kapaklarının açılarak, suların serbest bırakılması gibi.
Ana muhalefet Meclis’te yok, BDP Meclis’te yok, yeni seçilmiş 550 milletvekilinin 170’i, Meclis’i boykot ediyor, yemin bile etmiyor.
Bu anayasa ve bu yasalarla buraya kadar.
FIFA örneği var, bir haftada çözülmüş
SEÇİM için, Meclis tatile girmeden on gün kadar önce Anayasa Komisyonuna bir tasarı geliyor.
FİFA’nın bizim Futbol Federesyonu’ndan istediği tahkimle ilgili teknik bir karar var. Bunun yasal hale gelmesi için, tasarının Meclis’ten hızla geçmesi gerek.
AKP ile CHP anlaşıyor, dört, beş saat süren bir toplantı, derken Anayasa Komisyonundan 15 dakikada geçiyor, derhal genel kurula iniyor ve orada da kabul ediliyor, bütün süreç bir hafta. Demek, istenirse ve anlaşma sağlanırsa, her sorun jet hızıyla çözülebiliyor.
Hatip Dicle, Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve diğer örneklerle yaşadığımız bunca hukuk ve siyasal kriz karşısında, herkesin ağzında “anayasa ve yasa düzenlemesi” var.
“Ama, fakat” demeden, işte örnek ortada. Anlaşın ve çözün, kriz kimseye çare değil.
Pes dedirten manşet
TÜRKİYE’deki kutuplaşma ve gerginlikten birileri herhalde zevk alıyor. Zevk almakla mı sınırlı, yoksa başka hesaplar da mı var, belli değil.
O hesaplar ve o zevk, kriz üstüne kriz yaratırken, o krizden kim, hangi siyasal çıkar elde ediyor? Akıl, mantık, siyasetin doğası, gelenekler, tarih krizden kimsenin yarar sağlamadığını gösteriyor. Buna rağmen, kutuplaşma hala yandaş gazete manşetleriyle körükleniyor.
Mustafa Balbay ile Mehmet Haberal’ın tahliye isteminin mahkeme tarafından geri çevrilmesi üzerine, dün Star gazetesinin manşeti:
“Ergenekon’dan Çıkış Yok”.
Manşetin spotu: “Gerekçe: Devletin varlığına kastetmekle suçlananlar dokunulmazlıktan yararlanamazlar. Milletvekili seçilseler bile yargılanmaları devam eder”.
Aşka gelmişler, davul zurna çalıyorlar. Pes.
Buna karşılık, Zaman manşeti objektif: “Yargı İzin Vermedi”. Olayı aktarmakla yetiniyor.
Aslında sivri manşetleriyle dikkat çeken Yeni Şafak bu kez yol gösteriyor: “Yargı Bozdu, Meclis Düzeltsin”. Makul ve genel eğilimi yansıtıyor.
Benzer olay bir AKP milletvekilinin başına gelmiş olsaydı, Star nasıl manşet atardı?
Hangisi subjektif
Balbay ile Haberal’ın tahliye istemini geri çevirirken, mahkeme “sanıkların kaçma şüphesi ve delilleri karartma” tezine dayanıyor.
Kararında, sanıkların kaçma şüphesi kalmadığı tezine karşı “sanıkların kaçma şüphesi kalmadığı savı subjektif bir değerlendirmedir” diyor.
Peki, “kaçma şüphesi var” demek, çok mu objektif? Subjektif değil mi
|