SABANCI ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ, SİYASET BİLİMCİ PROF. ERSİN KALAYCIOĞLU:
Türk-İslam sentezinin bugün bu kadar fazla konuşulmamasının temel nedenlerinden bir tanesi de resmen MHP ile AKP çatışır vaziyete geldi şu anda. Oysa bunlar Türk-İslam sentezinin iki temel partisi. İki tarafa savruldular şimdi. Bundan ciddi ölçüde asker de darbe yedi ve dolayısıyla bu Türk-İslam sentezi koalisyonu çöktü. Şimdi bir yanda muhafazakâr demokrat, liberal ekonomi yanlısı birtakım yeni siyasal formüller arayışı içinde olan bir AKP var, öbür yanda Türkçülük cereyanının içinden devam etmekte olan bir MHP var. Ve bir tarafta da CHP kalmış durumda. Manzara temel itibariyle bu!
Dünkü konuşmamızda AK Parti, Türk-İslam sentezinin sonucu dediniz... Biraz açar mısınız?
Evet. Aslında bu bir mühendislik projesi... 1995’te olmuş gözüküyor. 12 Eylül’den sonra MHP ve Refah Partisi destekleniyor, onlar büyüyor. Türk-İslam sentezi resmi ideoloji gibi bir noktaya geliyor. Çok büyük ağırlık taşıyor. Medya bundan büyük ölçüde etkileniyor. O zamanlar bir tek TRT var ve orada çok etkin programlar yapılıyor. Yine o zamanlar Aydınlar Ocağı çok büyük, etkili bir dernek. O dernek bu programları yönetiyor ve büyük ölçüde Türklük motifli, İslam motifli bir anlatım hakim oluyor programlara. Buradan tabii büyük bir imkan temin ediliyor. Aynı zamanda askeri hükümet de 1980-83 döneminde ve sonrasında bu örgütlü olan İslamcılık cereyanının güçlü bir şekilde faaliyette bulunmasını destekledi demeyelim ama hoş görüyor. Kısacası bunların güçlenmesi için her türlü imkan bir şekilde yaratılıyor. Tabii 12 Eylül’de solu ortadan kaldırıyorsunuz ve temel itibariyle ‘Bunların hepsi komünisttir, efendim bu Rusya’dan gelen bir akımdır, Türkiye’yi bölmek istiyorlar, bunları yok edelim’ diyorsunuz ve doğal olarak solun boşalttığı yere o zamanlar en örgütlü olan İslamcılık cereyanıyla hareket eden dernekler, vakıflar giriyor... Bu da doğal olarak Türkiye’nin muhafazakarlaşmasına bayağı bir katkıda bulunuyor...
Türkiye’nin muhafazakarlaşmasında 28 Şubat süreci ne kadar etkili oluyor peki?
28 Şubat sürecinde Türk-İslam sentezi içinde bir kriz çıktı. Oradaki kriz şu; Türk-İslam sentezinin 3 temel aktörü var. Biri asker, biri Türkçüler, biri de İslamcılar. PKK’nın tekrar güçlü bir şekilde ortaya çıkmasıyla 1980’ler sonrasında bu üçlü arasına nifak girdi. Özellikle asker ve onu destekleyen Türkçüler PKK’nın askeri yöntemlerle bastırılması gerektiğini ön plana çıkarttılar. Onlara karşılık İslamcılar bu sorunu çözmek için ‘Cumhuriyetin özelliklerini değiştirelim, laikliği bir kenara atalım, İslam’da birleşen bir halk yaratalım, yeni bir cumhuriyet kuralım, buradaki temel proje İslam projesi olsun, sonuçta hepimiz aynı Allah’a inanıyoruz’ dediler... Esasında bunun bir işe yaramadığı bugün ispatlanmış durumda. BDP’ye hiçbir etkisi olmuyor bu ideolojinin. Bu fikri Kürt milliyetçileri bugün açıkça reddediyorlar. Din bir palavradır, biz herhangi bir şekilde bunu kabul etmeyiz diye açıklıyorlar.
Açıklıyorlar ama içlerinde dindar isimler de var artık. Şerafettin Elçi ve Altan Tan gibi...
Onlar farklı kökenlerden gelmiş olabilirler ama çıkıp ‘İslam’da birleşelim, siz Kürtlüğü unutun’ falan da demiyorlar... Oysa daha önce ‘Kürtlüğü terk edin’ deniyor onlara. Ama iki öneri de, yani İslamcılık ve Türkçülük cereyanının önerileri de tutmuş değil.
28 Şubat süreci AKP’yi Doğu’da temel parti haline getirdi
Tutan ne?
Bilmiyorum. Bir şey tutacak mı onu da bilmiyorum. Ama 28 Şubat’ta yaşanan kriz bunun üzerinden yaşandı temel itibariyle. PKK, o zamanki kullanılan yöntemler, bu yöntemlere yanıt olarak geliştirilmeye çalışılan İslamcılık önerileri, bunların Kürtler arasında geniş yankı bulmaya başlaması, şu anda AKP’yi temel parti haline getirtiyor Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da... Ve Türk-İslam sentezinin bugün bu kadar fazla konuşulmamasının temel nedenlerinden bir tanesi de, resmen MHP ile AKP çatışır vaziyete geldi şu anda. Oysa bunlar Türk-İslam sentezinin iki temel partisi. İki tarafa savruldular şimdi. Bundan ciddi ölçüde asker de darbe yedi ve dolayısıyla bu Türk-İslam sentezi koalisyonu çöktü. Şimdi bir yanda muhafazakâr demokrat, liberal ekonomi yanlısı birtakım yeni siyasal formüller arayışı içinde olan bir AKP var, öbür yanda Türkçülük cereyanının içinden devam etmekte olan bir MHP var. Ve bir tarafta da CHP kalmış durumda. Manzara temel itibariyle bu.
Oysa bu seçimlerde hep biz CHP ile MHP’yi aynı safa koyduk?
Halk koymuyor dikkat ederseniz.
Peki yeni bir sentez mi oluyor? Daha muhafazakar yapıya doğru?
Onu bilmiyorum. Şu anda seçmenin öncü ideoloji olarak kabul etmiş olduğu ideolojinin 1990’ların ortasından itibaren daha sağ içerikli muhafazakârlık diye tanımladığımız bir ideoloji olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle de söylüyorum, işte gelenekler, değerler, yaşlılara hürmet, gençlerin yaşlıların öğrettiklerini kabul etmesi ve ona göre yaşaması, kadınların aile içindeki yerinin erkekten sonra gelmesi, 3 çocuk, kadının çalışmayıp ev içinde kalması, örtünmesi, bütün bunlar bir paket olarak ağırlık kazanmış durumda toplumda. Türkiye’nin daha önce sahip olmadığı boyutlarda bir ağırlık bu. Yani 1990’larda en sağdakilerin oyu yüzde 15 civarında, şimdi ise yüzde 45 civarında.
Yani Türkiye muhafazakarlaşmış durumda...
Evet. Zaten muhafazakârlaşmıştı ama... Bu muhafazakarlaşmış seçmene ‘Hangi parti nasıl hitap ederek daha fazla oy alabilir?’ sorusunun yanıtını AKP mükemmel veriyor. Bulunduğu pozisyon dolayısıyla seçmen o partiye oy veriyor. Yani AKP kalkıp da ortaya gelmiştir iddiasının kanıtı yok. AKP de seçmen de sağda. Yüzde 40-45 civarı sağda. On seçmenden dördü sağda. Minimum yüzde 35’i... Bunun ben bir kuşak böyle gideceğini düşünüyorum.
Peki AK Parti muhafazakar bir parti olduğu için mi Türkiye muhafazakarlaşıyor, yoksa Türkiye zaten muhafazakar bir ülke olduğu için mi AK Parti var? Daha başka bir deyişle bu da bir mühendislik çalışması mı?
Hayır, onu bilemem. Ama kendiliğinden olmuş bir olay. Sol çöktü, hem yurt dışında çöktü hem yurt içinde çöktü. Dolayısıyla askerin solu ekarte etmek ve Türkiye’yi Sovyet saldırısından korumak diye ifade edebileceğimiz bu projesi Sovyetlerin de çökmesi ile beklenmedik bir güce ulaştı. Dolayısıyla Türkiye’de 1995’ten itibaren solda, sosyal demokrat diyebileceğiniz bir kitle çok azaldı. O zamankinin 3’te biri kaybolmuş durumda. Tabii böylece sağ iyice güçlendi...
O zaman kesinlikle hezimet değil CHP’nin durumu...
CHP’nin yapabileceği bir şey yok. Ben görmüyorum fazla yapabileceği bir şey. Alabileceğini aldı CHP. Belki biraz daha fazlasını alırdı. Bu kadar. Orada oy yok. Söylüyorum, CHP ve diğer partilerin kaderleri iki şekilde değişebilir. Ya iktisadi bakımdan Türkiye bugünkü görüntüsünü tamamen kaybeder 2009’daki gibi bir hal alır. Birinci çeyrekte eksi 14 büyüme gibi... Ama inşallah bu olmaz! Hepimizin çökebileceği bir durum çünkü. O zaman iktidarda bulunan hükümet bundan ciddi zarar görür, AKP ciddi oy kaybeder... Ya da ikincisi ideolojik ortam değişir. Yani düşünce şekli bugünkü Türkiye’den Almanya’ya döner... Ama bu da mümkün gözükmüyor... Bir kuşak bu gidişin içinde.
Muhafazakarlara hizmet götürüyor onlardan oy alınıyor...
Neden?
Burada durumumuzu yine hizmetle açıklayayım size... Mesela bugün Türkiye’de sağlık hizmetleri çok iyi deniyor. Oysa doktorların günde kaç hasta baktığı, doğru teşhis koyup koymadığı gibi ayrıntılı sorgulama yapabilecek seçmen sayısı çok az... Bu biraz da hastanın üniversite mezunu olup olmamasına bağlı. Oysa Türkiye’de seçmen sayısı 50.2 milyon, üniversite mezunu sayısı ise 4.5 milyon. Demek ki oran yüzde 10 bile değil. Bu rakamı AB ile Amerika ile kıyaslarsanız fevkalade düşük. Finlandiya’da yüzde 50’lere kadar çıkıyor. Amerika’da yüzde 50’yi geçiyor. Eğer üniversite mezunu olanların sayısı artarsa taleplerin içeriği değişiyor. “Allah razı olsun yol yaptı” diye bakılmıyor hizmetlere. Siz çevreciyseniz, sadece insan için değil, dünyadaki tüm canlılar ve ekolojik denge için hassas düşünen biriyseniz baraja yaklaşımınız hizmet midir yoksa çevre tehdidi midir? Oysa baraj muhafazakar seçmenin gözünde müthiş bir yardımdır. Çünkü siz elektrik temin ediyorsunuz, sulama temin ediyorsunuz. Ama mesela doğa zenginliklerini göz önünde bulunduran birisi için oradaki antik şehirlerin sulara gömülmesi bir cinayettir. Hizmet mi, değil mi? Onun için hizmet ideolojiden bağımsız nötr bir kavram değildir. Biz siyaseti değerlerin otoriteye dayalı olarak paylaştırılması, tahsisi olarak tanımlıyoruz. Ortada değerler var bunların bir kısmı materyal, mesela para, bütçe. Bütçeyi paylaştırıyorsunuz. Hükümetin yaptığı bu. Hangi önceliklere göre paylaştırıyorsunuz peki? Altyapı yatırımı yapıyorsunuz, liman yapıyorsunuz, köprü yapıyorsunuz, alt geçit yapıyorsunuz, duble yol yapıyorsunuz. O zaman bütçedeki önceliklerinizi de buna göre düzenliyorsunuz. Örneğin eğitimden buralara para sevk ediyorsunuz. Eğitime ayrılan para azalıyor. Aynı şekilde işçiye verilen ücret azalıyor. Çünkü daha fazlasını ihale olarak, kar olarak başka birilerine veriyorsunuz. Bu alandaki insanlar bundan kar temin ediyorlar onlar memnun. Mesela inşaat sektöründe çalışanlar memnun. Ustasından işçisinden müteahhidine kadar... Tamam ama bu bütçenin büyük bir kısmı mesela daha fazlası insanın eğitimine ayrılabilir. Kadınların eğitim düzeyi fevkalade düşük Türkiye’de. Onlar için çok büyük paralar ayrılabilir bugünküne nazaran. Dolayısıyla öncelikler tamamen ideolojik paket tarafından belirlenen bir meseledir.
Diyeceğim yatırımlar bu muhafazakar kitlenin, hoşuna gidebilecek yatırımlar. Onlara hizmet götürülüyor, onlardan oy alınıyor. Çalışma da hizmet de tamamen belirli bir ideolojik perspektiften yapılan bir faaliyet durumundadır. Eğer siz o konumda değilseniz, dünyayı öyle görmüyorsanız, başka açıdan dünyaya bakıyorsanız bu çalışma ve hizmet sizin için boşa dönen çıkrık anlamındadır. Buradan eleştiriyorsanız, bu eleştiri bir hainlik nankörlük falan değildir, siz başka beklentilere ve taleplere sahipsiniz, önceliğiniz farklı. Siz diyorsunuz ki taşa toprağa para yatırma insana para yatır. Bu niye nankörlük veya hainlik oluyor! Başka bir ideolojik yaklaşım bu. Ve partiler arasındaki farkı hizmet yapan yapmayan diye ayırıyorlar. Neyin hizmeti? Hangi ideolojik konumdaysanız parti ona göre çalışacak demektir. Partiler arasında ideolojik farklar yoksa sadece iş bir hizmet işine döndüyse o zaman demokrasi değilsiniz zaten, otoriter bir rejimsiniz. Çünkü hizmet jargonu zaten temel itibariyle demokrasi ile ilgili bir jargon değil.
Siz biraz önce TRT örneğini verdiniz, 1980-1983 arası için. Şimdi bakıyorum, TRT’de yine daha muhafazakar yayınlar gözüme çarpıyor...
Çok kanal var şu anda. Ama tabii TRT devlet televizyon olduğu için onların görüşlerinin çok kolay empoze edilebileceği programlar yapılıyor. Muhafazakar ideolojinin yaşatılması için tabii elden gelen yapılacaktır. Bu birdenbire terk edilecek bir şey değildir. Bunun arkasında geniş bir ekonomik çıkar örgütlenmesi var. Az buz bir şey değil bu. Bir sürü bütçe önceliklerini bu şekilde düzenlemişsiniz, buradan muazzam sayıda insan yarar temin ediyor. Arsaları olanlar, bina yapanlar satanlar, oraya malzeme üreten tesisatçılar, kiremit üretenler, aklınıza ne gelirse. Yani geniş bir kitle var istihdam edilen ve para kazanan. Öncelik bunlarda. Bunların yaşantı biçimleri de oldukça muhafazakar temel olarak... O yüzden ben bundan sonraki ve ondan sonraki seçim sonucunun AKP içinde bir kriz yaşanmazsa Türkiye’de bir ekonomik bir kriz yaşanmazsa çok değişebileceğini düşünmüyorum.
CHP’nin performansı iyi, çünkü...
Geçen seçimde her 5 seçmenden birinin oyunu almıştı bu kez her 4 seçmenden birinin oyunu aldı
Sizce CHP’nin bu seçimlerde aldığı yüzde 26 oy hezimet midir, başarı mıdır?
Bana göre CHP’nin şu andaki performansı iyi. Böyle bir çerçevede yapabileceği ancak bu kadar. Daha fazla bir şey yapamazdı. Geçen seçimde her beş kişiden birinin oyunu almıştı, bu sefer her dört kişiden birinin oyunu aldı. Bu tabii ki bir ilerleyiş. Ama bunu CHP yeterli görür mü görmez mi, bunu kendi içlerinde tartışacak ve bir karara varacaklar. Şunu unutmamak lazım tabii, CHP’nin elinde böyle bir sihirli değnek olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. İdeolojik olarak savunduğu politikaların, mesela, eşitlik ve gelir dağılımı ayrımcılığını giderecek politikaların hayata geçirilmesi ne Türkiye’de ne Avrupa’da yükselen değerler değil. Bugün etnik ve dini kimlikler yükselen değerler... CHP ise bu değerlerin partisi değil. Bir de CHP’nin ideolojik olarak bulunduğu pozisyon sorunlu bir pozisyon, parti açısından...
Yani kimlik mi değiştirmesi lazım CHP’nin? Türkiye’de gördük ki hayli güçlü bir muhafazakâr damar var...
CHP’nin anlattıklarının kabul edilebilmesi için dini ve etnik kimlikler üzerinden yapılan siyasete uyumlu bir görüntü çizmesi gerekiyor. Bunun için gereken bazı adımları attı. Başka adımlar atabilir miydi, atsaydı seçmen üzerinde etkili olur muydu bunların cevabını bilmiyoruz. Ben bunun da etkili olabileceğinden emin değilim.
Spekülatif bir soru olacak ama Deniz Baykal’la devam edilseydi bu sonuç elde edilebilir miydi?
Bunun bilimsel bir cevabı yok. Çünkü test edilebilmesi mümkün değil
|