Bir yıl önce CHP Genel Başkanlığı’na seçildiği günü dün gibi hatırlıyorum... Yanına Rahşan Ecevit’i almıştı...
Bülent Ecevit’in mavi gömleğini giymiş, “Halkçı Ecevit, Halkçı Kemal” sloganları eşliğinde gözyaşlarımı tutamadığım bir gençlik coşkusunun boşalmasını yaşamıştım...
1977 yılının Ankara Farabi sokağından kalma bir saflık ve nahiflik taşıyordu o coşku...
Gençtik, tertemizdik, coşku doluyduk ve kardeşlerimiz öldürülüyor, bizler okullarda ölmeden, yaralanmadan, işkencelerden geçmeden, siyasi şubelere düşmeden okuyamıyorduk...
Özlemlerimiz vardı...
Arzularımız...
Bitmek bilmeyen temiz amaçlarımız...
Mağdurduk hepimiz...
Mağrurlara karşı ezilendik her birimiz...
Mavi gömleğiyle çıktığında Ecevit...
Hüzünlü ve masum çehresi balkonda gözüktüğünde...
Bir titreme sarıyordu bizi...
Bir ağlama nöbeti...
Bir ezilmişlik paydası...
Bir çaresizlik nidası...
***
Mağrur yoktu hiç aramızda...
Henüz kirlenmemişti hiç kimse içimizden...
Yüzümüz masum ve saftı...
Duygusal patlamalarla, umutlarla, aynı mağdurlukta Gandhi Kemal’e de “hoşgeldin” demek geldi içimizden...
Öyle dedik...
Halkçı Kemal, mağdurların sesi, hakkı yenenlerin nefesi Gandhi Kemal öyle bir “medya ittifakıyla” yürümeye başladı ki, bu medya ordusundan herşey çıkardı, tek bir şey çıkmazdı:
“Mağdurlar ordusu...”
***
Hayatta “Evet” dediğiniz her tercih, “Hayır” dediğiniz bir başka tercihi de beraberinde getirir aynı anda...
“Bir Haçlı ordusu”yla yürümeye kalkarsanız, sizden medet uman, size umut bağlayan, size duygularını açan, “yoldaş”larınız gönül bağlarını kopartıverirler sizden...
İnsan haysiyetini ayaklar altına alanlar onun yanında yer aldılar...
Haysiyet cellatları, ona kılavuzluk etmeye kalktılar...
On yıllardır “insan isimlerinin üstünü çizenler, kirli raconlar kesenler, Beyaz Türk adı altında tekeller karteller oluşturup, milleti ziyan edenler” bir de baktık “Halkçı Kemal”i, “Haçlı Kemal” yapmaya soyunmuşlar...
Adaletsizliğin kitabını yazanlar, Halkçı Kemal’in yanında adalet dağıtmaya soyunur olmuşlar...
***
Baktım durum farklıdır...
Halkçı Kemal dediğim kişi “adaletsizliğiyle nam salmışların, haysiyet cellatlığıyla kariyer yapanların kılavuzluğuna” da ihtiyaç duymaktadır...
Benim çocukluk partime, gençlik hayallerime, erişkinlik özlemlerime katık olmuş gözyaşlarım biran önce silinip kurulanmalıdır...
Başka partiye elim zaten gitmez...
Anladım ki çocukluk, gençlik ve erişkinlik partimin çevresi “mağdurların değil, yıllar yılı en tekelci raconları kesen adaletsiz dünyaların” kılavuzluğunda yürümektedir...
***
Bugünlerde Kemal Bey’e “Seçimleri niye kaybettik?..”
“Ya da seçimlerde niye patlama yapamadık” sorusuna cevap raporlar düzülecektir...
Ona kısa yoldan en hakiki ve öz CHP’li olarak söyleyeyim:
“Mağdurlardan yana olanlar ancak mağdurlarla beraber yürürlerse, inandırıcı olurlar...
Haktan ve halktan yana olanlar, ancak haktan ve hukuktan yana olanlarla fotoğraf verirlerse, samimi bulunurlar...
Onurlu ve şerefli bir düzen getireceğini söyleyenler, ancak onurları ve şerefleri uğruna her şeyi yapabileceği tescillenmiş kişileri yanlarına alırlarsa o umudu kitlelere taşırlar...
***
Yoksa,
Bukelemunluktan mukim...
Dönekliği tescilli...
Gizli kapaklı....
Kirli ilişkilerden sabıkalı...
Uzun zamandır mağdur olmamış...
Hep mağruru oynamış...
Halkçı Türkiye yerine...
Beyaz Türkiye’yi özlemiş...
İnsanları yanına kılavuz alanlar...
Sonradan olma, kıymeti kendinden menkul “Beyaz Türkler”le kalırlar...
Onlara da güven olmaz...
Yenilginin nedeni bizzat kendileri değilmiş gibi, aniden “sizi mesul” tutmaya başlarlar...
Şimdi Tayyip Erdoğan’a nasıl “yamanacaklarının” stratejisini geliştiriyorlar...
Bilmiyorlar ki, Tayyip Erdoğan bunları karşısına aldıkça, “halkı yanına aldı...”
Bunlara acıyamıyorum...
Çünkü acınacak değil, halkı acıtmış insanlar bunlar...
Şimdi “beyaz sayfa” açmak istiyorlar...
Onların beyaz sayfası akrep ile kaplumbağanın öyküsünü hatırlatıyor bana hep...
O öykü de aşağıda...
***
AKREP İLE KAPLUMBAĞA’NIN HİKAYESİ...
Birgün ormanda bir AKREP ve KAPLUMBAĞA arkadaş olmuşlar... Bu iki dost ormanda mutlu mesut yaşarken bulundukları bölgede yiyecek kıtlığı baş göstermiş...
Bu iki dost birlikte yaşayabilecekleri, daha kolay yiyecek bulabilecekleri bir yer aramaya karar vermişler...
Bu karar doğrultusunda yola koyulmuşlar...
Güle oynaya yol aldıktan sonra önlerine birden büyük bir nehir çıkıvermiş...
AKREP mahsunlaşıp boynunu bükmüş...
Dostunun halini gören KAPLUMBAĞA ona dönüp:
-”Ey vefakar arkadaşım neden hüzünlendin aniden?..” diye sormuş...
“Sorma” demiş AKREP;
“Seninle yolculuğumuz buraya kadarmış dostum...
Buradan sonra yollarımız ayrılıyor..”
“Niye” diye sormuş KAPLUMBAĞA...
“Sen gidersin senin ardından gözümün yaşı gider... Müşkül odur ki kişi kalır, yoldaşı gider.
Bu sözleri duyan KAPLUMBAĞA:
-”Neden ayrılacağız ki..? demiş...
AKREP cevap vermiş:
-”Önümüzde akan şu azgın nehri görmüyormusun ey dostum?.. Ben bu bedenle bu nehirden nasıl geçeyim..?”
***
Dostunu böyle güç bir durumda yalnız bırakmayı aklından bile geçirmeyen KAPLUMBAĞA;
-”ETTİĞİN LAFA BAK!! Ben ne güne duruyorum ki...
Biz kötü gün dostu değil miyiz?..
Atla sırtıma seni karşıya sağ salim geçireyim...” demiş...
AKREP, KAPLUMBAĞA’NIN sırtına atlamış, kaplumbağa da nehrin azgın sularına kendini bırakmış...
Tam nehrin ortasına geldiklerinde kaplumbağanın kulağına TIK TIK sesler gelmeye başlamış...
Bu seslere bir anlam veremeyen KAPLUMBAĞA, sırtına aldığı dostuna seslenmiş:
-Kulağıma tuhaf sesler geliyor sen de bu sesleri duyuyormusun?..
AKREP hemen cevaplamış:
-”Evet” demiş “duyuyorum o ses benden geliyor seni iğnemle sokmaya çalışıyorum...”
Tam anlamıyla dünyası başına yıkılan KAPLUMBAĞA AKREBE:
- Biz seninle dost değil miydik?.. Bak ben sana karşı dostluk görevimi yerine getiriyorum ve seni karşı kıyıya sırtımda taşıyorum...
AKREP kaplumbağaya şu cevabı vermiş:
“-Evet dostum sen yaradılışın gereği dostun için yapman gerekeni yapıyorsun,
Ama benim yaradılışım da bunu gerektiriyor...
Ben yaradılışım gereği her fırsatta iğnemi başkalarına batırırım kusura bakma...”
***
Hayatımda çok kereler bu hikayeyi yaşadım ben...
Çok akrep gördüm, sokmaya çalışan nehri geçerken...
Hiç akrep olmadım, ne nehri geçerken, ne karada ne havada...
Hep kaplumbağanın asaletinde yaşamın sihrini buldum ben...
“Ne mutlu kaplumbağayım diyene...”
|