Gerçekten de silahlar böyle öldürürken, söz anlamını yitiriyor.
Söylenecek söz de kalmadı aslında. Manşetler yine aynı: “PUSUYA DÜŞTÜK. 13 ŞEHİT”, “YÜREĞİMİZ YANIYOR. 13 ŞEHIT”, “13 ŞEHİT, ACI VE ÖFKE”, “13 ŞEHİT Bir de Demokratik Özerkliği İlan Ettiler”.
Büyük puntolar, duygulara seslenme, öfkenin ifadesi… Medyanın yaklaşımı bu, 30 yıldır aynı. Siyaset, bir seçim sonrası ve tam da bir şeyler yapılabilir havası verilirken, bildik tarzını sürdürüyor.
Saflaşmamız isteniyor; “Herkes safını belirlemeli.
Ya demokrasiden yana olacağız ya da bu türlü kan ve kinden…”
“Ya - ya da” ikilemi bir çıkmaz sokak halbuki.
Ana muhalefet lideri “Asarız, keseriz, öldürürüz, biçeriz diyerek terör sonlandırılamaz” dedi, ama o kadar.
Arkası yok. Daha doğrusu, arkasının şimdiye kadar söylenenlerden bir farkı yok.
Batı’da sokaklarda öfkeyi dillendiriyor. “Kökünü kazıyalım” lafları ağızlarda.
Oysa, bu çizgide söylenecek her şey söylenmekle kalmadı, yapıldı da. Dağlar, sınırın öteleri berileri, yakıldı, yıkıldı, bombalandı.
Köyler boşaltıldı.
Faili meçhul ve belli cinayetlerimiz oldu. Oldu da ne oldu? Sonuç ortada.
Ateş düştüğü yeri yakacak yine. Kimi babalar “Vatana feda olsun” diyecek, kimileri belki, helal etmeyecek verdiği canı. Belki bir iki cılız ses çıkacak, “Benim oğlum öldü başkaları ölmesin” diyen. Bu türden insani sesleri cesaretlendirenler olmayacak pek.
Öle öle kopacağız birbirimizden! Öle öldüre kopuyoruz…
13 buradan 7 oradan, 7 bizden 13 sizden… Böylesine korkunç bir skor saymaya dönecek ölümlerimiz. Algı önemliyse siyasette, tam da ölümlerin olduğu günde gelen “demokratik özerklik” ilanı, anlamını ve içeriğini kimsenin pek düşünemeyeceği bir meydan okuma olarak algılanacak Türkler arasında.
Eh, hep öyle oldu zaten. Zehirlenmiş bir atmosferde “Kim ne diyor, ne istiyor?” sormadan samimiyetle birbirimize, algıladığımız şekline hücum ettik söylenenlerin.
Öfkenin siyasete, çözüme bir yararı yok. Öfkenin kimseye bir yararı yok. Ama şimdi bunu demek de anlamsız geliyor insana; biz de hep aynı şeyleri söylüyoruz işte!
Bir çemberin içinde eli silahlı insanlar dolaşıp durdukça, parmaklar tetikçe oldukça, ne yaparsanız yapın karşılaşacaklar. Tetiğe dokunacaklar. Ölecekler, öldürecekler. Silahlar konuştukça, tetiklere dokunuldukça, ölümler oldukça, başka her şey silik ve sönük kalacak. Duyulmayacak, anlamsızlaşacak, hükmü olmayacak!
Siyaset, bir deneyim biriktirebilseydi eğer, bunca yıldır yapılanı tekrarlamanın anlamsız olduğu görecekti. Bir çözüme giden yolun ilk adımının elde silah dolaşan insanların, onların karşılaşma olasılığının önüne geçmek olduğu bilinecekti.
Sonra, ancak ondan sonra, geriye bakmayı birazcık erteleyip, “Biz nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz?” sorusunu masaya yatırabilirdik. Öfkeye, kine, kana teslim etmeden aklımızı. Şimdiye kadar, hayat dayattığı için atıldı her adım. Başta tabu olan, uğruna ölünüp öldürülen ne çok şey yapıldı sonradan ve olağanlaştı. Ama bir kez bile ön alamadı siyaset. Hayat dayatıp kanırtmadan, inisiyatif alarak bir adım atamadı.
Yapılması gereken bu aslında ve bunu yapamayacaksak, parmakları tetikte dolaşacaksa bu memleketin gencecik insanları, kalem yazsa ne olur! Şimdi, bendeki de böyle kahrolası karamsar bir duygu işte. Teslim olmamız gerektiğini bildiğim, ne yapsan boş duygusu.
|