Seçime 48 saat kala, köşe yazarları ve gazetecilerin bir bölümü, oy tercihlerine ardarda gerekçeleriyle açıklamaya başladılar.
Bu ilk kez oluyor ve iyi bir şey.
Tarafsızlığa hiçbir vakit inanmamış, tavırsızlığı hiçbir durumda benimsememiş benim gibi biri açısından, dürüst ve olması gereken bir tavır. Birçok ülkede örneklerine de raslanır. Hatta yayın organları açık açık, seçim öncesi kimden yana ve neden öyle olduğunu ilan da ederler. Türkiye’de de bu noktaya bu seçimler vesilesiyle gelinmiş olması, ileri ve olgunluk ifade eden bir durum.
Bununla birlikte, ben oy tercihimi açıklayamayacağım. Çünkü, sandığa gidip gitmeyeceğimi de, gidersem mührü neyin üzerine basacağımı oy vermeye 48 saat kala bile bilemiyorum.
Kararsız bir kişiliğe sahip olduğumdan ya da tavırsızlığımdan değil. Tam tersine gayet “kararlı” olduğum ve kesin bir tavra sahip bulunduğum temel konularda, hiçbir partiye ve aday ismine “kefil” olabilmem, bu seçim kampanyası boyunca ikna olmadığım için.
Diğerine oranla birine meyletsem, çok “duyarlı” olduğum bazı konularda öyle sözler işitiyorum, öyle bir tavırla karşılayorum ki, “elim bunun partisine gitmez; gitmemeli” diyorum.
Eğer oy verir ve herhangi bir parti listesi ya da bağımsız adaya oy verirsem, biliyorum ki, o saat kafamdaki binbir taktik hesapla yapacağım bunu. Ne bir gönüldaşlıktan ötürü, ne de seçim sonrası o parti ya da kişiye kefil olabileceğimi düşündüğümden değil.
Bununla birlikte, seçim tahminimi paylaşabilirim. Bugünlerde önüne gelen soruyor da zaten. Sokakta sohbet ettiğimiz birçoğu ilk kek karşılaştığım insanlarla paylaşabildiğime göre, yüzünü görmediğim, belki de çoğunu tanımadığım okurlarla da pekala paylaşabilirim.
Yaklaşık bir ay önceden başlayarak tahminimi hiç değiştirmedim. Şöyle:
Ak Parti, yüzde 45 dolayında; CHP yüzde 27 dolayında; MHP yüzde 11,5-12 dolayında. BDP’nin desteklediği bağımsız adaylar, TBMM’de 30 dolayında bir sandalye elde edecekler.
MHP düşse, BDP çıksa...
Gelin duygularımı da paylaşayım:
MHP, baraj altında kalırsa –kalacağını sanmamakla birlikte- çok sevinirim. MHP’nin bu kafa yapısı ve mevcut kadrolarıyla, 12 Haziran seçimleriyle oluşacak TBMM’de Türkiye’ye hiçbir hayrı olmadığı kanısındayım.
Zira, yeni TBMM’nin önünde, birbiriyle yakından ilişkili iki devasa görev duruyor:
1. Yeni Anayasa;
2. Kürt sorununun çözüm sürecini bir kez daha canlandırmak.
Türkiye’nin bu iki konudan daha önemli konusu yok ve bu her iki konuda, MHP –bugünkü haliyle- Türkiye’ye ayak bağı, Türkiye’nin ileri yürüyüşünde gereksiz bir bagaj gibi gözüküyor.
TBMM dışında kalan MHP’nin “tehlikeli” olacağı görüşüne ise hiç katılmıyorum. 2002-2007 arası MHP, parlamento dışında kalmadı mı? Kıyamet mi koptu? Tersine, Türkiye, hukuk reformu ve AB yolunda çok önemli adımlar attı.
Bu arada, BDP desteğindeki bağımsızların 30’un altında elde edebilecekleri her sandalyeye dehşetli üzülür, üzerinde elde edecekleri sandalyeye ise çok sevinirim.
Yüzde 10 baraja, binlerce üyesinin KCK tutuklamalarıyla hapiste olmasına, hazine yardımından tek kuruş para elde edememesine rağmen, BDP ve müttefiklerinin hem oy oranlarını ve hem de TBMM’deki sandalye sayılarını neredeyse ikiye katlayarak 12 Haziran seçimlerinden çıkmaları, “dağda vuruşmak yerine Türkiye’nin kurumları içinde siyaset” seçeneğini çok güçlendirebileceği –elbette doğru yorumlandığı ve doğru yönetilebildiği takdirde- ve “savaş seçeneği”ni, ister istemez, zayıflatacağı için, çok önemli olacak.
Seçim barajının düşürüldüğü, PKK’yı BDP’den ayırdetmeye uğraşma saçmalıklarına son verildiği, cezaevlerinin KCK’lılarla doldurulmadığı, çocukların “örgüt üyesi” muamelesiyle vicdansızca ve insafsızca hapishanelere gönderilmediği bir ortamda yapılacak herhangi bir seçimde BDP’nin (ya da adı her ne olacaksa) TBMM’de en az 70-80 sandalye sağlayabileceğini herkes kabul ediyor.
Öyle bir rakam, Türkiye’de “iktidar denklemi”nin içine girebilmek demektir. Bu “temsiliyet gücü” ve daha önemlisi, ona imkan sağlanması, “dağ cazibesi” ya da “ayrılıkçı eğilimleri”, kuşkusuz, çok zayıflatır.
O nedenle, BDP destekli bağımsızlar, olabildiğince güçlü biçimde TBMM’de gözükmelidirler.
Seçimin muhtemel sonuçları
Gelelim muhtemel seçim sonuçlarına. Bunları değerlendirebilecek kıvamda sayılabiliriz.
Nasıl sayılabiliriz?
Tarhan Erdem sayesinde. 22 Temmuz 2007 milletvekili genel seçimlerinin ve 12 Eylül referandumunun sonuçlarını neredeyse 12’ten vuracak bir kesinlikle tahmin ettiği için, onun tahminlerini esas alabiliriz.
KONDA’nın sonuçları, Ak Parti’yi yüzde 46.5, CHP’yi yüzde 26,7, MHP’yi yüzde 10.8 gösteriyor. Tarhan Erdem, Bağımsızların alt sınırı 28, üst sınırı 32 sandalye kazanacaklarını kendi tahmini olarak yazdı.
Bir süre öncesine kadar, KONDA tahmininde Ak Parti’nin yüzde 49-51 bandında seyrettiği haberleri kulağımıza geliyordu. Demek ki, Ak Parti, son bir-iki hafta birkaç puan düştü.
KONDA sonucu, MHP’nin barajı aşması durumunda, o oran ile Ak Parti’nin 328-332 dolayında milletvekili elde edebileceğini ifade ediyor. Tarhan Erdem’in tahmini ise alt 312, üst sınır olarak 326 Ak Parti milletvekilinin yeni TBMM’ye gireceği.
Bu rakamların beş aşağı, beş yukarı geçerli olması halinde, ne çıkar?
Başkanlık sistemi anayasası yapmak, imkansıza yakın bir çabaya işaret eder. Tayyip Erdoğan’ın zihninde bulunduğu ileri sürülen hedeflerden biri gerçekleşemez.
330’un altında bir sandalye ile tek başına hükümet kuracak bir Ak Parti, anayasa yapımında, esas olarak, CHP ve BDP ile uzlaşmaya kendisini mecbur hissedebilir.
O da iyi olabilir.
Bu seçimler iyi sonuç vereceğe benziyor.
İyimser olalım...
Davutoğlu’na seçimden sonra dış politikada en sıcak üç konuyu sorduğumda; Suriye ve Libya, Filistin’de hükümet kurma çabaları ve Bosna-Hersek’teki hükümet krizi cevabını alıyorum.?Suriye konusunda bakan, bir ay önceki sohbetimizden çok farklı bir yerde değil. Suriye’deki gidişattan kaygılı olduğunu söylüyor, ancak hâlâ Beşar Esad’a bir fırsat vermekten yana. Israrla “Güvenlik güçleri insanlara ateş ederken hâlâ Esad’ın reform şansı var mı?” diye soruyorum.?“Evet hâlâ reform şansı var. Önemli olan, benimle yüz yüze ve telefonla başbakanla yaptığı görüşmelerde güçlü bir reform iradesi sergiledi. Reform yapmayacağım demedi. Ama tabii aynen ‘Gecikmiş adalet, adalet değildir’ der gibi artık reformun da gecikmemesi lazım. Çünkü Suriye’deki durum hepimizi kaygılandıran boyutta.”?Ankara belli ki Suriye’de Mübarek’e yaptığı gibi “çekil git” deme noktasında değil. (Keşke dese)?Davutoğlu Suriye’yle götürdüğü hassas diplomasiyi şöyle anlatıyor: “Suriye önemli bir ülke ve burada çıkacak kaos hepimizi etkileyecektir. Bir taraftan Suriye yönetimiyle reformu teşvik eden ilişkimizi sürdüreceğiz; diğer taraftan da güvenlik güçleri ile halk arasında çıkabilecek gerilimleri engelleyici tutum takınıyoruz. Hâlâ Suriye’nin bu şansa sahip olduğunu düşünüyorum.”
|