Başbakan her seçim öncesi yaptığı gibi bu kez de, yıllarca muhalefette kalmış ve iktidar hırsıyla yanıp tutuşmuş bir parti lideri gibi rakiplerine karşı ölçüsüz, sınırsız, acımasız ve de sorumsuz bir saldırı sürdürüyor; her gittiği yerde, seçmenin duyarlı olduğu konuları istismar ederek, kalabalıkları birbirine düşürmeyi marifet sayar oldu. Güneydoğuda bir yerde, Kürt kökenli yurttaşların karşısında, “Said-i Nursi’nin izinden gittiğini iddia edenler şu anda paralel örgütle kol kola geziyorlar. Said-i Nursi’nin kemikleri sızlıyordur” diyor. Batı illerimizin birinde de, “O gün de Menderes'e en alçakça yolsuzluk iftiralarını, en edepsiz iftiraları attılar, aynısını şu anda bana yapıyorlar. Kim? CHP'nin başındaki Kılıçdaroğlu ve avanesi.”
Şimdiki kadar olmasa da, yürüttüğü ayrıştırıcı, halkın duygusallığını kullanan ve mağdur rolündeki R. T. Erdoğan, bundan önceki seçimlerde partisinin oyunu artırmayı becermişti. Ancak, 17 Aralık’tan sonra içine düştüğü suçluluk ve yalnızlık nedeniyle, 30 Mart akşamına dek daha da tırmandıracağı görülen bu pervasızlığın, bu kez AKP’nin zararına olacağını yardımcısı Bülent Arınç bile sezmiş durumda; her gün kırdığı potları düzeltmek için bütün ustalığını kullanıyor: “Pensilvanya derken Başbakanımız, F. Gülen Hocamızı kastetmiyor” diyecek kadar!
Başbakan, bu seçimi yerel seçim olmaktan da çıkardı ve bir anlamda kendisiyle ilgili halk oylamasına dönüştürdü. Bu gündem, propaganda açısından muhalefetin de işine geldi. Oysa 17Aralık yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları ortaya çıktığında, parlamenter sistemle yönetilen her ülkede olduğu gibi ana muhalefetin ilk yapması gereken, Başbakan yani hükümet hakkında TBMM’de “gensoru” istemekti. Deneyimime dayanarak CHP yönetimine bunu önerdiğim halde, kürsülerden Başbakan R. T. Erdoğan’ın istifasını istemekle yetinip, neden bu anayasal denetim yoluna gitmediklerini hâlâ anlayabilmiş değilim.
Genel seçim havasına dönüştürdüler ama tarafların gündemleri çok farklı. Muhalefet 30 Mart akşamına kadar yolsuzluk dosyalarını gündemde tutmaya çalışıyor. Başbakan da, çatışmayı tırmandırarak, kendi seçmenini arkasında tutma çabasında. Diğer yandan da halkın vergileriyle elde ettiği kamu kaynaklarını kendi iş adamlarına bölüştürerek, propaganda projelerini seçim vaadi olarak kullanıyor. Bunu yaparken de daha çok hesabını üç büyük kent üzerine kurmuş gözüküyor: İstanbul, Ankara, İzmir. Çünkü artık bu üç il, seçim sonucunu doğrudan belirleyecek seçmen potansiyeline sahip. Özellikle İstanbul’un sonucunun, 31 Mart sabahı AKP Genel Başkanı R. T. Erdoğan’ın geleceğini belirleyeceğini, başta kendisi, herkes biliyor.
O nedenle İstanbul seçmeni sandığa, Kadir Topbaş’ı değil de, R. T. Erdoğan’ı seçmek için gidecekmiş, havası yaratıldı. Diğer yanda ise CHP, İstanbulluları asıl sorunları ve çözümleri için sandığa çağırıyor ve bütün gücüyle Mustafa Sarıgül’ün başarısına kenetlenmiş durumda. O nedenle yazımı, çoğu okur için tekrar olsa da, Sarıgül’ün “ötekisi olmayan İstanbul” için yaptığı konuşmasının özetiyle bağlamak istedim. Böylece de Başbakan'ın, \'Bana birileri Atatürk’ün posterini sallıyor. Bana neden Atatürk’ün posterini sallıyorsun. Ki büyük ihtimalle CHP’li. Laf üretme iş üret iş!” çıkışına yanıt olur kanısındayım:
“Bir şehrin planlı büyümesi gerekmektedir; plansız büyüyen şehir, trafik sorunu yaşamaya mahkûmdur. Trafik sorunu ile ilgili öncelikli olarak yapılması gereken, toplu taşıma sistemini çok daha iyi bir seviyeye getirmektir. 5 yılda, 200 km Metro yapmadığım takdirde bir dahaki döneme asla aday olmayacağım. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesinin 10 milyar dolarlık kısmını trafik sorununun çözümüne ayıracağım. İstanbul'da bütün yükleme, boşaltma ve temizleme işleri gece 12 ile 4 arasında yapılacaktır. İstanbul'da toplu taşıma araçları 7/24 çalışacaktır. Sn. Kadir Topbaş, Hadımköy'deki askeri araziyi alıp Kiptaş-Konutları yapıyorsun da aklına, hiç kent parkı yapmak gelmiyor mu? İstanbul'da kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarı ne yazık ki sadece 2 metrekaredir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak şehrin yararına olan hiçbir projeye karşı değiliz. 3. Havaalanı projesine karşı değiliz fakat yapılacağı yere kesinlikle karşıyız. 30 Mart sonrası Ankara'daki hükümet hâlâ orada kalmaya devam ederse, onlarla gidip 3. Havaalanı Projesi'nin yeri hakkında konuşacağım. Kanal İstanbul Projesi ile İstanbul Boğazı mahvedilmiş olacaktır ve tüm İstanbul'u ne yazık ki çürük yumurta kokusu kaplayacaktır. İstanbul'un imar planlarını en kısa sürede güncelleyip 2B'leri, hak sahiplerine uygun fiyatlarla vereceğiz.”
|